Paylaş
Bocuse d’Or efsanevi Fransız şef Paul Bocuse’ün adını taşıyan ve tüm dünyada “şefler olimpiyatı” olarak bilinen, en prestijli aşçılık yarışmalarından biri. Ülkemizde henüz pek bilinmese de dünyada özellikle yeme-içme sektöründe bu yarışmada başarı elde etmek çok büyük bir anlam ifade ediyor.
1989 doğumlu gencecik bir şef olan Eliçora, Bocuse d’Or Türkiye finallerinde 5 saat 35 dakika süren bir mücadeleyle üç meslektaşını geçti ve 28-29 Mayıs 2020 tarihlerinde Estonya’da yapılacak olan Bocuse d’Or Avrupa finallerine katılmaya hak kazandı. Bu başarısını Tallinn’deki yarışmada da devam ettirdiği ve ilk 10’a girebildiği takdirde Lyon’da yapılacak olan dünya finallerine adını yazdıracak.
Tabii ki başarının aslan payı Eliçora’da olsa da bu başarı her zaman olduğu gibi bir takım çalışmasının sonucu… Eliçora’ya en büyük desteği verenler ise Bocuse d’Or Türkiye Akademi Başkanı Şef Mehmet Gök ve yarışmanın resmi koçu ve aynı zamanda Bocuse d’Or Türkiye Akademi Üyesi Şef Vedat Demir.
Geçtiğimiz günlerde bu üç şefe hem bu başarıyı getiren faktörleri, hem Tallinn ve Lyon’a giden yol haritasıyla ilgili merak ettiklerimi sorma şansı yakaladım. Tüm konuştuklarımızı uzun uzun anlatıp sizi sıkacak değilim ancak birkaç satırbaşını da paylaşmasam olmazdı. Gelsin o halde:
- Bocuse d’Or dünyada yemek söz konusu olduğunda en üst seviye bilgi ve birikimin bir araya geldiği bir platform. Üstelik Türkiye’de yurt dışı ayağı da olan tek yarışma. Bu nedenle Türk mutfağının tanımı için inanılmaz önemli bir konumda.
- Hele ki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da gastronomiye ve gastronomi turizmine verdiği önemin en üst seviyeye çıktığı böyle bir dönemde, Bocuse d’Or’un bilinirliğini ve bu yarışmanın Türkiye’deki gelişimini sadece sektörün önde gelenlerinin desteklemesi yetmiyor. Medyadan yemek meraklılarına herkesin üzerine düşeni hem maddi hem de manevi olarak yapması şart.
Şef Mehmet Gök ve Şef Vedat Demir
- Maddi ve manevinin altını özellikle çizmek istedim zira bu iş ne yazık ki sadece “Bizim gönlümüz bir” demekle olmuyor. Zira Türkiye’nin karşısında rakip olarak bu işe 15-20 yıldır ciddi anlamda odaklanmış olan ülkeler bulunuyor. Birçok Avrupa ülkesi yarışmaya temsilci olarak 1, 2 hatta 3 Michelin yıldızlı restoranların şeflerini gönderiyor.
- Üstelik bu ülkeler yarışma için dev yatırımlar yapıyorlar. Örneğin Bocuse d’Or Türkiye’nin bir önceki şampiyonu şefimiz, Avrupa seçmelerine 40.000 TL’lik bir hazırlık bütçesiyle katıldığında, Norveçli rakibinin bütçesi milyonlar seviyesindeymiş. Bizim ekibimizin 3-4 koliye sığan alet edevatla gittiği yarışmaya, rakipleri dev TIR’larla gelmiş.
- Tabii bir de işin içine Türkiye’de bulunamayan malzemeleri ve eğitimler için ülkemize davet edilen dünya devlerini de dahil ettiğimizde ortaya dev bir maliyet çıkıyor. Halihazırda Metro ve Gastronometro’nun desteği işleri büyük oranda kolaylaştırıyormuş ancak üç şef de çok daha fazlasına ihtiyaç olduğunun altını defalarca çizdiler.
Şeflerimin verdikleri yanıtları bu yazı için gözden geçirirken şunu fark ettim. Türkiye Bocuse d’Or yolculuğuna çıkalı çok fazla olmamış ama Atatürk’ün 10’uncu Yıl Nutku’nda geçen “Az zamanda çok ve büyük işler yaptık” ifadeleri içinde bulunduğumuz durumu çok iyi özetliyor. Bununla birlikte yapılacak hâlâ birçok şey var. Başta Serhat Şef olmak üzere hepimize bol bol çalışmak, çalışmak, çalışmak düşüyor. Zira yeni malzemeleri tanımak, yeni pişirme tekniklerini öğrenmek, yeni lezzetleri keşfetmek epey zaman ve kaynak istiyor.
Bununla birlikte ben rakiplerimize karşı bir açıdan aşırı şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Malzeme, teknik, yatırım, ürün; bunlar hep öğrenilebilen şeyler, zamanla geliştirilebilen kaslar. Ama bugün dünyanın en iyi restoranlarına ev sahipliği yapan Norveç’te Danimarka’da olmayan bir şey Türkiye’de var: Çok köklü bir geçmişe sahip dev bir mutfak kültürü.
Paylaş