Küçük odadaki arkadaşım

1965, çocuk masumiyetimizin son yılıydı. Liseyi bitirip üniversite için Ankara’ya gelmiştim.

Epey uzamış bir çocukluk, gençlik yıllarımın bir kısmını işgal etmişti.

Beatles’ın ikinci dalgası listeleri altüst ediyor, İtalyan müziği ise ‘Io di notte’ ve ‘A chi’ ile vedaya hazırlanıyordu.

Yedi arkadaştık.

Hepimiz de İzmirliydik.

Bülten Sokakta bir ev kiralamıştık.

* * *

Evin biri küçük, öteki orta boy iki odası ve L şeklinde geniş bir salonu vardı.

Küçük odayı, bugünkü yazımın konusu olan arkadaşıma vermiştik.

Aramızda siyasetle ilgilenmeyen tek kişi oydu.

Geriye kalan 6 kişinin hemen hepsi Türkiye İşçi Partisi sempatizanıydı.

Küçük odadaki arkadaşım, İzmirli bir tüccar terzinin oğluydu.

Modelini kendi çizdiği kruvaze yelekler giyerdi.

Her cuma akşamı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın konserine giderdi.

Sabahlara kadar ders çalışırdı.

Şimdi adını yanlış hatırlıyor olabilirim; ama onun ODTÜ Mimari bölümündeki hocası olan Max Maineke ismi kafama kazınmıştı.

Mimar olmasam da, zihniyet olarak mimarlarla aynı loncayı paylaştığımı o yıllarda hissetmiştim.

Ben rahmetli Fahir Armaoğlu’nun 800 sayfalık Siyasi Tarih kitabını çalışırken, o durmadan çizim yapardı.

Sonra sabah günün ilk ışıkları küçük odaya gererken, birden masanın üstüne fırlar ve keman çalmaya başlardı.

O yıl ramazan ayı geldiğinde onun bir başka yanını daha keşfettik.

Oruç tutmaya başlamıştı.

Sadece oruç tutmuyor, aynı zamanda odasında namaz kılıyordu.

* * *

Bizlerse TİP’li haytalar olarak bunu şaşkınlıkla izliyorduk.

Aklımız, evimizin bir apartman ötesindeki ODTÜ kız öğrenci yurdundaydı.

Öğrenci olayları henüz başlamamıştı.

Beatles’la Pink Floyd arasındaki transit bölgedeydik.

O yıl sonunda birimiz hariç hepimiz sınıflarımızı geçtik.

Küçük odadaki arkadaşımız sınıfta kaldı.

Oysa sınıfı geçmeyi hak eden kişi oydu.

Küçük odadaki arkadaşımın hayatı, o yıldan sonra başka güzergáhlara yöneldi.

İkinci yıl artık sıkı bir solcuydu.

Bizler TİP çizgisinde devam ederken, o radikal sol hareketlere girdi.

Artık iyi bir Mao’cuydu.

Bülten Sokak’taki küçük evimiz o yıl dağıldı.

Ben Güniz Sokak’ta başka bir eve geçtim.

Fakülte yıllarının sonuna kadar zaman zaman karşılaştık.

Sonra okul bitti, ben muhabir olarak TRT Haber Merkezi’nde çalışmaya başladım.

Beni işçi ve öğrenci olaylarını izleyen bölüme verdiler.

Yıl 1969’du.

Aydınlıkevler civarında bir öğrenci olayını izlemek üzere görevlendirildim.

Phillips marka kasetli teypler daha yeni çıkmıştı.

Omzuma astığım kasetli teyple Aydınlıkevler’e gittim.

Bir öğrenci gösterisi vardı.

* * *

Göstericilerin ortasında küçük odadaki arkadaşımı gördüm.

Elinde bir megafonla emperyalizme karşı sloganlar atıyordu.

Ben de elimdeki teybin mikrofonunu öğrencilere tutuyordum.

Birden kalabalık arasından bir ses yükseldi:

‘Aramızda MİT ajanı var, yakalayın.’

Ben de bu MİT ajanı kimmiş diye etrafıma bakıyordum. O an kızgın bir öğrenci grubunun üzerime doğru geldiğini gördüm.

Bana doğru koşuyorlardı.

İşte o an MİT ajanı dedikleri kişinin ben olduğunu fark ettim.

Elimdeki teyp onları huylandırmıştı.

Suratıma ve karnıma birkaç yumruk ve tekme yedikten sonra yere düştüm.

Her şey bitti diye düşünürken birden tanıdık bir sesin haykırdığını duydum:

‘Durun, o MİT ajanı falan değil. Benim arkadaşım.’

Yattığım yerden yukarı doğru baktığımda rahatladım.

Küçük odadaki arkadaşım başucumda ayakta duruyor ve ötekileri itiyordu.

Solcular henüz insan öldürecek kadar gaddarlaşmamışlardı.

1969, siyasi masumiyetin son yılıydı.

O masumiyet ve küçük odadaki arkadaşım hayatımı kurtarmıştı.

* * *

Küçük odadaki arkadaşım, bugünün başarılı kuruluşu ‘Koleksiyon’ mağazalarının sahibi Faruk Malhan’dı.

Faruk’la zaman zaman bir araya geliyoruz.

İşini büyük ölçüde çocuklarına bıraktı.

Şimdi en büyük hayali, tekne ile uzak denizlere açılmak.

Bazen ona, ‘Şunu biraz daha ertele de birlikte açılalım’ diyorum.

Galiba onun da işine geliyor.

Kimbilir belki de bilinçaltımızda bir ses, ‘Son masumiyet yaşına basmak için daha işlenecek günahlar vardır’ diyordur.

Bizim kuşağımızın ödemesi gereken son bedel de belki budur...
Yazarın Tüm Yazıları