Kızları güzel, havası güzel jantları niye olmasın?

Bezgin muharrire İzmir’den bildiriyor: Paranoyanın eski tadı yok...

Zira memlekette her şey bir anlama kavuşuyor: Niye hayatta her şeye geç kaldığın... Neyin gerçek, neyin düş olduğu...

Şu kalp çarpıntısı babandan miras, şu ‘Ya sabır’ hissi annenden miras... Şu muhabbeti en iyi arkadaşınla etmiştin... Şu masalı şu zaman dinlemiştin...

Her şeyi teker teker hatırlıyorsun; anlıyorsun... Yanılıyorsun. Hiçbir zaman anlayamayacaksın, onu anlıyorsun...

Rahatlıyorsun... Sonra bir an yine korkuyorsun... ‘Ben bu filmi görmüştüm.’ Filmin sonunu hatırlıyorsun, rahatlıyorsun...

Ayıptır söylemesi, dört arkadaş İstanbul’dan Çeşme’ye şahane bir yol yaptık. Karla kaplı, güneşli bir yol boyu, muhteşem şarkılardan fal tuta tuta, dışımızdan güle güle, kıyı kıyı, yavaş yavaş gün boyu gittik, gittik, gittik...

İzmir’in girişinde komik bir reklam tabelası var. Bir jant firması kendine slogan yapmış: ‘Kızları güzel, havası güzel, jantları niye olmasın?’

Háliyle bunun üzerine simgelerde koptuk artık: O ne demek? Bu ne demek? Vır vır vır...

Düşün düşün bitmiyor... Laf dediğin, oyun dediğin tükenmiyor...

Geyiğin dalağını yardık...

Üçüncü günün sonunda üzerimizden TIR geçmiş gibiydik. Yemek diye dayak mı yemişiz, uyku niyetine falakaya mı yatmışız? Yorgunuz... Hangi ara bu kadar yorulmuşuz? Sükûnete kavuşmamız günler aldı. Bünye ancak durulabildi. Huzura erildi...

Dostunun gözünün içine bakmak, annenin dizinde yatmak. Yakınlık hissi ne garip. Sessizce iletişim kurulabiliyor. Hayatın, sokağın, kalabalıkların, habire habire vuku bulan etkileşimlerin, alışverişlerin, sürtüşmelerin zehrini ancak ve ancak onlar alabiliyor. Aile ve eski dostlar...

İnsan dediğin de bir nevi kümes hayvanı... Çöpünü dökmek için, gönlüne göre ötebilmek için ille ki kendi çöplüğünü arıyor.

Jantlarına bile kurban olduğumun memleketi. Havasından mıdır, suyundan mı bilinmez; insan eve döndü mü kafası içmeye gerek kalmadan iyi oluyor...

Eve dönmek güzel şey. İnsan kapıdan içeri adım atar atmaz, bütün geçmiş günlüklerini baştan sona okumuş, her şeyi sil baştan, temize çekerek yaşamış gibi oluyor.

Çok şükür, çok şükür, çok şükür... Uyku gibi ilaç yok ve insan en rahat uykusunu çocukluk yatağında uyuyor. Metal yorgunu tepe sersemi, uykuyla uyanıklık arasındaki ‘o yer’den bildiriyor: Her şey çok güzel olacak... Di mi anne? Her şey çok güzel olacak...

Tarkan’ın ceket kolları uzunmuş, bizim Ayfer Teyze halledecekmiş

Ayfer Teyze telefonda biriyle konuşuyor: Efendim, Tarkan’ın ceketinin kolları uzun gelmiş, manşet boyları alınacakmış. Telefonu kapattı. ‘Tarkan kim?’ diye sordum. Dünyanın en saçma sorusunu sormuşum gibi yüzüme baktı: ‘Kaç tane Tarkan var?’ Düşündüm: ‘Ne bileyim? Haluk’un arkadaşı olan mı?’ Bu kez yüzüme daha da acayip baktı: ‘Tarkan diyorum...’ Tarkan, diyormuş; yani bildiğimiz Tarkan, şarkıcı olan... Reklam çekimleri için İzmir’deymiş, reklam filmini çeken arkadaşımızmış, şuymuş, buymuş... Ayfer hayatta her şeye yetişen bir kadın; bir peleriniyle üzerinde A harfi olan lateksleri eksik; o kıvam... Ama, dedim, pes... Tarkan’ın ceket boyuna kadarı; aştı bu kadarı... Bir de şaşırıyor: ‘Kaç tane Tarkan var?’ Marka olmak, herhalde böyle bir şey. Tarkan dedin mi, memlekette o isimde başka bir şey yokmuşçasına, duyduğun an onu anlayacaksın. Popstar adaylarından biri, ‘G.Doğu’nun Tarkan’ı olacağı iddiasıyla, Tarkan’ın şarkılarını Kürtçe söylüyor, gördünüz mü? Keşke kendine ait bir beste söylese. Zira saçına kırmızı ibibik de yapsan, ondan kaptığın figürleri de atsan, mevzu; ‘Kaç tane Tarkan var ki’de kesiliyor.

Ben dedim oldu çağını yaşamaktayız

Özcan Deniz, hakikaten öngörü liyakat madalyasını hak ediyor. ‘Neredesin Firuze’nin daha vizyona bile girmeden kült film statüsüne ulaşmasını sağlamayı başardı. Bu çağın akselerasyonuyla düşününce, ‘Aslında neden olmasın?’ da denilebilir gerçi... Tüketimin sürati öyle bir boyuta vardı ki bir şey, piyasaya düşüyor, ‘patlıyor’, piranha sofrasına düşmüş tavuk misali çiğnenmeden yutuluyor ve yine bir balık hafızası zamanlamasıyla, unutuluyor. Arada bir yerde ‘adını da koymak’ lázım haliyle. Yani bu Özcan Deniz’in dediği gibi ‘Türkiye’nin ilk kült filmi’ midir, değil midir, bilmek için öyle zamana, beklemeye falan tahammülümüz yok azizim. ‘Ben yaptım oldu’ dönemi bile sona erdi. Sürat bu kıvama erdi. Şimdilerde ‘Ben dedim oldu’ çağını yaşamaktayız. Ne olup bittiğine bakmak şöyle dursun, ne dendiği bile mühim değil. Kim söylüyor, şöhret mi, değil mi, ona bakmaktayız...
Yazarın Tüm Yazıları