Kikiriki Saraybosna

Garson Nevzad’a “Bi kafa daha atmak istiyorum iznin olursa dolaşmaya çıkmadan önce Nevzad kardeş” diyorum, “İlk attığım kafa bünyeyi toparladı, ikincisi sırf keyif için olacak...” Nevzad gülerek “Olur arkadaş, at tabii” diyor.

Kafa, Saraybosna’da kahve demek.
Bildiğimiz Türk kahvesi cezveyle geliyor, yanında isteyen kullansın diye iki kesme şeker, bir lokum.
Cebimde Miljenko Jergovic’in insanın içine işleyen hikayelerini içeren ‘Sarajevo Marlboro’ kitabı; kendimi sokaklara vurmaya hazırım artık.
TRT Türk’ün Balkan Ekspresi’ni esas yakalamak istediğim yer Üsküp, Kalkandelen’di; baba toprağı...
Ancak programın sunucusu Mehmet Başar ile (diğer sunucu da Buket Güler) konuştuğumuzda tarihin bana uymadığını anladık.
O zaman ikinci tercihim Saraybosna. Osmanlı’nın Bodrum’dan önce fethettiği, insanlık tarihinin en önemli kırılma anlarına şahitlik etmiş Saraybosna...
İnsanlık tarihinin kırılma anı derken mesela Franz Ferdinand’a düzenlenen suikasti kast ediyorum, Birinci Dünya Savaşı’nı tetikleyen meşhur suikast.
Gavrilo Princip’in Arşidük Franz Ferdinand’ı vurduğu noktanın yanı başından akan Milijacka Nehri, o günden önce de çok kana bulanmış, o günden sonra da.
Hafızamızda en taze duranı 1990’lardaki iç savaş ve kanlı savaşın izleri yerli yerinde durmakta.
Duvarlarda yerini koruyan mermi deliklerine bakarken bile vurulduğunu hissediyor insan. O deliklerin unutmamak için değil, parasızlıktan kapatılamadığını öğrenince bir daha vuruluyorsunuz.
Tıpkı İzzetbegoviç’in de yattığı şehitlikte bazı mezarların parasızlıktan mermerle çevrilemediğini öğrendiğinizde vurulduğunuz gibi.
Üzücü, üzüntülü bir yer Saraybosna ama bu noktaya saplanıp kalmasına itirazım var.
Çünkü aynı zamanda o kadar güzel, o kadar direnen, o kadar yaşayan bir yer ki...
Ben inadına güzelliklerini anlatacağım, gidip görün, yaşayın diye.

TESADÜFÜN İĞNE DELİĞİ

Saraybosna’da Hotel Hollywood’da kalıyorum. Garson Nevzad’ın ikinci kahveyi getirdiği sırada lobide rock grubu Franz Ferdinand’ın ‘Do You Want To?’ adlı şarkısının çalıyor olmasını ancak tesadüfün iğne deliği olarak açıklayabilirim.
Sokağa çıktığımda da şarkı kafamda dönmeye devam ediyor. Hedefim Başçarşı.
Daracık sokaklar, tarihi çarşı, minik minik dükkanlar.
Karnımı doyurmak için İstanbul’dan beri hayalini kurduğum ‘Cevapcici’ dükkanlarından ilkine giriyorum.
Yarım pide arasında 10 adet köfte (İnegöl köftesi gibi) ve doğranmış soğan. Hayattaki ideal yemeğim.
Bu gayet doyurucu yemek içim 6 KM ödüyorum.
‘Kafa’nın fiyatı 1 KM, bilemediniz 1,5 KM.
1864’ten beri üretilen güzel Sarajevsko Pivo yani Sarajevsko Birası, en pahalı satış noktasında 3 veya 4 KM.
KM dediğim ‘Konvertibilnih Maraka’. 1 KM eşittir 1 TL olarak düşününüz.
Çok ucuz bir yer Saraybosna.
Kendimi hediyelik eşya sektörünü kalkındırmaya adıyorum.
Favorim, Sarajevo 84 Kış Olimpiyatları’nın sırıtan kurt logolu tişörtü.
Tito tişörtüne espri olarak bile yaklaşamıyorum.

BOSNA’NIN SEVDALİNKA’LARI

Ünlü şarkıcı Dino Merlin’e ait olduğunu sonradan öğrendiğim MAGAZA adlı müzik dükkanının önünden geçerken ipek gibi bir ses dikkatimi çekiyor. Şarkıcı kadının adı Amira, albümün adı Rosa.
Bosna’ya özgü ‘Sevdalinka’ şarkıları söylüyor Amira, sevdiğim şarkının adı ‘U Djul Basci’.
Türkçesini tahmin etmek için deha olmak gerekmiyor ‘Gül Bahçesinde...’
Giderek dolan çantamla, İstiklal Caddesi’nin Saraybosna’daki muadili Ulica Ferhadija/Ferhadiye Caddesi’nde bir yol kenarı kafe/barına kuruluyorum.
Dev taşlarla sokak satrancı oynayan ihtiyarlar az ötemde. Önümden Saraybosna insanları akıp geçiyor.
Her siparişimde “Fala/Teşekkür” diyen pos bıyıklı eleman, güneş gözlüğü boyunu aşan gürültücü çocuk, bisikletinin yanına sprey boyayla NATO=Gamalı Haç yazmış delikanlı, uçuşan elbisesi tarafından takip edilen ve bunun farkında olan güzel kadın, hayatında ilk kez dondurma yiyormuş gibi yaptığı işten çok keyif alan harita suratlı yaşlı amca...
İnsanları izlemeyi bırakıp Miljenko Jergovic’in kitabına dönmeden önce bir Sarajevsko Pivo daha ısmarlıyorum.
Ve öğrendiğim en sevimli kelimeyi tekrarlayarak “Kikiriki!” diyerek fıstık ekliyorum siparişe.
Saraybosna’da harika iki gün geçiriyorum.
Size de tavsiye ederim.
Pasaportla gidilen ama yabancı olmayan bu ülkede iki gün geçirmenizi isterim.
Sarsılmazsanız, yaşadığınızı hissetmezseniz, sevmezseniz ben de hiçbir şey bilmiyorum demektir.
Yazarın Tüm Yazıları