Paylaş
Yıl 2005... Cengiz İstanbul dışında, Tuba’ya gitmişim... Sohbet uzamış, sabah olmak üzere, eve dönmek yerine Çandar’larda kalmaya karar veriyorum. Yattığımızda saat beşe geliyordu. Tıkırtılarla uyandığımızdaysa taş çatlasın sekiz...
Önce Cengiz döndü sandım. Burnumun dibinden geçen gölgeyi gördüğümdeyse “hırsız bu dedim kendi kendime”. O ara baktım Tuba da gürültüye uyanmış: Titrek adımlarla salona geçtik ve giriş kapısının ardına kadar açık, başta çantalar olmak üzere yığınla eşyanın kayıp olduğunu fark ettik.
Sonrası; ihbar, polisler, ifade, tutanak...
Bu arada cep telefonlarımız, cüzdanlarımız gitmiş. Cüzdanla giden kredi kartlarını iptal ettirmek için bir Tubiş bir ben sarılıyorum ev telefonuna. Cüzdanımda babama ait bir kart da var: Aradım, anlattım “hemen iptal et” dedim. Etmiş. Gel gelelim şimdi çoktan tarih olan o bankanın müdiresi işi ağırdan almış ve kartı hemen kapatacağı yerde biraz sallanmış. O arada bizim hırsız da erketecileriyle bir ocak başına gidip zaferini kutlamak için kendine mükellef bir ziyafet çekmiş. Perdah olarak da sonra ortağı olduğu anlaşılan Aksaraylı bir elektronikçiyi zengin etmiş. Kısaca hazret dönemin parasıyla iki saat içinde 2.5 milyar lira harcamış.
Biz bunu ertesi ay bankanın yolladığı ekstredeki “ödeme için teşekkür ederiz” ibaresiyle anladık. Hırsız harcaması için babamın hesabından otomatik ödeme olarak 1.5 milyar çekildiğinde. Zaten giden gitmiş, bir de Allahın hırsızına ziyafet çekme fikri ne yalan ağır geldi.
Babam parasını geri alma niyetinden çok, kızının akıl sağlığını korumak adına bankaya itiraz etti; özürler dilendi, “müsterih olun efendim” dendi ve biz müsterih yaşarken battı batacak denen banka battı. Pardon, batmadı da bir devlet bankası tarafından satın alındı. Birleşme deniyor galiba buna.
Bu arada Kasımpaşa karakoluyla Üsküdar Adliyesi arası pinpon topu gibi gidip geldim ben. Yok tutanak kopyasını almak, yok dosyaya koydurmak, o hesap... Titizlenip dellendiğimi gören adliye ahalisinin de tavsiyesi mıh gibi aklımda: “Müsterih olun efendim...”
Bu arada bizim hırsız yakalanmasın mı? Can adında sıçan gibi bir oğlan. Kamu davasına dönüştüğü söylenen ve gitmediğimiz takdirde ‘mevcutlu’ götürüleceğimiz bildirilen o davanın dört duruşmasına girdik Tuba ile. Duruşma sırasında bilmem kaç yüz sabıkası olan Can ve çetesi sırıtarak yüzümüze baktı, biz baygınlık geçirdik... Giden gitti. Üstüne soğuk su içtik, bahtımıza küstük. Ama doğruya doğru, adalet yerini bulmuştu, müsterihtik.
ÜÇÜNCÜ HAMUR VE GÖBEK ADIM
Yıl 2007... Kapı çalındı açtım, postacı desem değil, genç bir kadın elinde üçüncü hamur bir zarf Feriha Hanım’la görüşmek istediğini söylüyor. Üçüncü hamur zarf ve göbek adımla aranıyor olmam zaten hayra alamet değil de, boynum kıldan ince, imzayı basıyor zarfı alıyorum. Aaa o da ne? Batık bankayla birleşen yeni banka hırsızın kalan bakiyesini faiziyle geri istiyor. Şu tarihe kadar ödemezsem haciz gelecek diyor. Çıldırdım!
Hadi yeniden oturduk, yeni bir itiraz dilekçesi yazdık, yeniden Kasımpaşa yollarına düştük, yeniden tutanağın fotokopisini çıkarttık, yeniden götürüp Adliye’ye verdik, birer kopyasını da olayı anlatan bir yazı yazarak bankaya ilettik. Ödevimizi yaptık ya, müsterihtik.
Yıl 2009... Yemek pişiriyorum, kapı çaldı. İnce bir kadın, biri sıska diğeri iri kıyım iki adam, ellerinde üçüncü hamur bir zarf; Feriha Hanım’la görüşmek istiyorlar. Şerbetliyim, anladım. “Buyrun” dedim, içeri girdiler. Ne içersiniz diye sormak adetten, birer de kahve içtiler, kahveler yudumlanırken ben başımdan geçenleri anlatıyordum ki iri kıyım olanı kalktı evin içinde dolaşmaya başladı. Önce sıkıştı sandım. Tuvaleti göstereyim diye peşinden gittiğimde ne göreyim: Yatak odama girmiş, elinde bir kağıt, yok duvarda şu resim, yok şu marka televizyon haciz edeceği malların listesini yapıyor!
Bu kez çıldırmadım, resmen keçileri kaçırdım. Avazım Sarıyer’den duyulmuştur. Artık nasıl gözüm döndüyse apar topar kalkıp gitti bütün ekip.
Sonra o avukatların ayağına tıpış tıpış gittim elbet. Eee ne de olsa yakasına yapıştığım icra memuruysa yakama yapışan da devlet..! O gün öğrendim: Meğer bankalar büyük alacakları için kendi hukuk bürolarını devreye sokar, tahsil imkanı olmayan ya da az olan dosyalarıysa, “eğer tahsil edebilirsen yarı yarıya kırışırız” diye genç avukatların önüne atarlarmış.
İcra memurunu yanına katıp kapıma dayanan avukat ne zaman ki derdimi dinleyip belgeleri inceledi özür dileyerek ‘müsterih’ olmam gerektiğini bunu genel merkeze bildireceğini söyledi. Müsterih oldum ben de.
Yıl 2012... Yola çıkacağım. Bavul yapılacak, yazı yazılacak, başımı kaşıyacak vaktim yok, kapı çaldı. Yine postacıya benzemeyen biri, yine elinde üçüncü hamur bir zarf, yine Feriha Hanım’ı soruyor. Sesim bile çıkmadı bu kez. Gözüm karardı, tansiyonum fırladı. İtiraz dilekçesi örneği de diğer belgelerin fotokopileri de yazı masanın çekmecesinde vakitlerinin geleceği günü bekliyorlar zaten. Bu işlerde zaman aşımı on yılmış.
Üç yıl sonra bitecek bu çile.
Müsterihim yani...
Paylaş