Güncelleme Tarihi:
1971’de televizyon için çektiği ‘Duel’, salonlarda vizyon şansı bulunca, filmi izleyenler içlerinden şu düşünceyi geçirmişti: “Kısıtlı imkânlarla böylesi bir filmi çeken, bütçe bulsa nelere imza atmaz.” Nitekim bu görüş 1975 tarihli ‘Jaws’ta adeta ‘deniz yüzeyi’ne çıkmıştı! Peter Benchley’in çok satan romanından yapılan bu uyarlama önce Amerikalıları, sonra da bütün dünyayı sudan nefret eder hale getirmişti.
Sonrasında ‘E.T.’ye giden yolda bir tür eskiz çalışması niteliği taşıyan ‘Üçüncü Türden Yakınlaşmalar’ geldi. ‘E.T.’nin bizatihi kendisi seyirciyle buluştuğunda, salondan çıkan artık ‘Uzaylı’ya olan bakışını değiştirmişti: “Biz ondan korkuyorsak o da bizden korkuyor olabilir. Ayrıca hepimiz gibi gökyüzünden gelenlerin de sevgiye ihtiyacı olabilir...” Sevimli yaratığı evine gönderdikten sonra ‘Indiana Jones’la birlikte arkeologlardan da ‘aksiyon kahramanı’ yaratılabileceğine ikna etmeye çalıştı bizi. Etti de...
‘SUÇ ORTAĞI’ GEORGE LUCAS
Bütün bu yapımların yaratıcısı Steven Spielberg yolun başında ‘Box-office’ listelerinin baş tacı filmleriyle kitleleri peşinden sürüklerken, yakın dostu George Lucas’la birlikte sinemanın yaşını küçülttüğüne dair görüşlerin hedefi olmuştu. Sinema ciddi bir işti ve o, sürekli seyircisini hayal dünyasında dolaştırıyordu.
Peki o bu eleştirileri ciddiye alıyor muydu? Sonraki adımlarındaki, “Bakın ben artık büyüdüm” türü projelerle karşımıza çıkınca aldığını anladık. ‘Mor Yıllar’ ve ‘Güneş İmparatorluğu’ bir anlamda ‘büyüme isteği’nin ifadeleriydi.
Ama insan neyse odur, nitekim ‘Indiana Jones: Son Macera’, ‘Always’, ‘Hook’, ‘Jurassic Park’ doğasına yenik düştüğü ve yaşını yeniden küçülttüğü filmler oldu.
Öte yandan çektiği onca filmin ardından Akademi’nin de kendisini ciddiye almasını istiyordu ve bu durumun ‘Resmi’leşmesi yolunda kendi sinemasal yolculuğunda farklı bir işe imza atarak ‘Schindler’in Listesi’ni çekti. Siyah-beyaz çektiği bu film görsel ve duygusal açıdan çok etkileyiciydi.
Daha önce üç kez aday olduğu ama bir türlü ellerinin arasına alamadığı Oscar heykeli, artık onun da evini süsleyecekti. Sonrasında zaman zaman içindeki çocuğa da seslenen filmler çektiğini gördük ama daha çok ‘yetişkinler’in hizmetindeydi Spielberg. ‘Amistad’, ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’, ‘Azınlık Raporu’, ‘Sıkıysa Yakala’, ‘Terminal’, ‘Münih’, Lincoln’ ve bu hafta salonlarımıza uğrayan ‘Casuslar Köprüsü’...
Bugün artık 70’ine merdiven dayayan Spielberg’ün sinemasına genel bir bakış attığımızda bizle paylaştığı öykülerde parçalanmış aile temasına sık sık vurgu yaptığını görürüz (‘E.T.’, ‘Dünyalar Savaşı’ mesela). Bu, kendi geçmişiyle olan bir hesaplaşmadır ve filmlerinde bir şekilde kıyıya vurur.
Öte yandan iyimser ve Amerikan değerlerinin takipçisi kahramanları açısından Frank Capra’nın izini de sürer. Son dönem yapıtları itibariyle ana takıntısı tarih gibi gözüküyor. Özel bir çabanın ifadesi mi bu? Konuya ilişkin cevabını The New York Times’taki söyleşisinde vermiş: “Eğer bağımsız olarak nerede ne yapacağıma karar verme başarısına erişebilseydim; bana anlamlı gelen büyük işler yapmış insanların hikâyelerini anlatmak isterdim. Son iki filmimin (‘Lincoln’ ve ‘Casuslar Köprüsü’) ana karakterlerine gelince; Başkan Lincoln’ün misyonu birbirimize bakış şeklimizi değiştirmekti, avukat Donovan’ın misyonu da birilerinin eve dönmesini sağlamak. Bir bakıma Lincoln ve Donovan, fikir ve ilkelerinden vazgeçmez karakterler.”
Yani önce çocuklara ve çocuk ruhlulara, belli bir yaştan sonra de yetişkinlere seslendi Spielberg. Şimdilerde ise başımıza ‘Tarihçi’ kesildi adeta. Öyle ya da böyle, o, modern Amerikan sinemasının yapıtaşlarından biri oldu hep. Seyircisini, anlattığı öykülerin içine çarçabuk çekti ve orada, her türlü duygunun eşliğinde kaybolmasını sağladı. Öğrendiği sinema buydu, devraldığı mirası da böylesi bir geleneğin üzerine inşa etmeyi hep sürdürdü, sürdürüyor...