Güncelleme Tarihi:
41 yaşındayım.
Gelenekçi bakış açısına göre evlenmek için epey geciktim. Mesela anneanneme sorsanız; bir ayağım toprakta.
Hiç unutmuyorum, Sadri Alışık, ‘Ah Güzel İstanbul’ filminde ahı gitmiş vahı kalmış, hayatının sonbaharındaki bir adamı canlandırır. Bu karakter 40 yaşındadır.
“Eskiler öyleydi, artık yaş grupları değişti” diyorlar.
Yahu Bronz Çağı’ndan değil ki bu film, sadece bir kuşak öncesi!
Geçenlerde eve dönerken radyoda bir şarkı... İçim kıpır kıpır oldu çünkü üniversitede bu albümü ilk dinlediğim günü hatırladım. Radyonun adına baktım: Nostalji FM!
Aslında tam sünnet yaşındayım
Yaş meselesine revizyonist yaklaşımlar da var. Bu çabalarda, Dünya Sağlık Örgütü, Osman Müftüoğlu ve Ertuğrul Özkök başı çekiyor.
Geçenlerde kamuoyuna duyurdukları bir araştırmaya göre artık orta yaş 65’te başlıyor.
Bu yenilikçi ekol ben küçükken sesini duyurabilseydi, mutlaka bekler, tüm sevdiklerimi bu yaz yapacağım sünnet düğünüme davet ederdim.
Anlayacağınız, yaş işi tartışmaya açık. Önemli olan ruh haliniz.
Evliliğe hazır mısınız?
Aşağıdaki sorulardan bir ya da ikisine evet cevabıyla yüksek risk grubundasınız.
◊ Beş kişilik erkek gruplarıyla vakit geçirmekten hoşlanır mısınız? (Bu 5 rakamı pi sayısı gibi bir şeydir, en çirkin tablonun altın oranıdır.)
◊ Bu tür gruplarla yaptığınız ev buluşmalarında televizyonda Fashion TV mi açık?
◊ Fashion TV’nin kaçıncı kanalda olduğunu hâlâ ezbere biliyor musunuz?
◊ Gül yüzlü yârinizle romantik bir yemekte ya da tatildeyken hayta arkadaşlarınızın o sırada ne haltlar karıştırdıkları zihninizi kurcalıyor mu?
◊ ‘Fatal attraction’larınızı, sosyal medya flörtlerinizi tarihin eski çağlarında bıraktınız mı? İzleri tamamen silindi mi?
Unutmayın, evlilik özel hayatın sonudur
Telefonunuzun şifresini zaten havada-karada vereceksiniz. Düğün günü, bir ara telefonum kaynanamın elindeydi, sadece tebessüm ettim, ne yaptığını merak bile etmedim... Böyle sıradanlaşacak özel hayatın ihlali.
“Ben asla vermem şifremi, höyt!” filan diyorsanız, size başarılar... O durgun erkek zihniyle karşınızdaki ‘hacker zekâsı’nı alt edebilecek misiniz bakalım!
Aileyi iyi tanıdınız mı? Ne damatlar gördüm, kaynana, kayınbaba baskısıyla gözlerimin önünde eriyip gittiler... Düğünden önce müstakbel akrabalarınızla art arda birkaç gün geçirin. Kaşınız gözünüz seyiriyorsa, iyi düşünün.
Gelinlik problematiği
Gelinlik sert bir mevzu... Sakın ola ki bu konuda tartışmayın, fikir beyan etmeyin! Sadece bir kez giyilecek bir elbiseye akıllara zarar parayı ödeyin ve ne derse “Haklısın canım” deyin.
Damatlığınızla ilgili istediğinizi yapın! Zaten umurunda olmaz. Bu sizinle satış görevlisinin arasında... “Amma da yakıştı, muhteşemsiniz, omuzlarınız çok geniş” diyen tiplerden uzak durun. Asabi, ters birini kestirin gözünüze. Hayatla barışık olmasın, size gerçekleri söylesin... Bu giysiyle bol bol fotoğraf çektirin, orta yaş bunalımına kadar bir daha bu kiloda olmayacaksınız.
Tarım ilacınızı ihmal etmeyin
Son hafta; o dakikaya kadar, vurdumduymazlığımla nişanlımı delirtiyordum. Beni o kadar geriyordu ki “Allah Allah, benden sakladı ama deli galiba. Neyse bari bir an önce evlenelim ki hemen boşanalım” diye içimden geçirdim. Ne kadar haklı olduğunu sonra anladım.
Düğünden önce; “Sakinleştirici hap vereyim, Xanax var” gibi önerilerle gelenlere “Madde bağımlısı herhalde, vah vah” diye baktım. Bugünkü bakışım ise şu: Anti-depresan kesmez. Bana tarım ilacıyla gelin!
Psikologlara göre; insan hayatındaki en stresli dördüncü deneyimmiş düğün. Bir numaranın evladın kaybı olduğu bir listeden bahsediyorum...
Damadın canavarlaşması
Birazdan anlatacaklarımı abartılı bulabilirsiniz ama değil: Amerikalılar buna ‘groom-zilla’ sendromu diyor. Yani damadın, ağzından ateşler saçan bir Godzilla’ya dönüşmesi. Biri gömleğinize içki dökse enfarktüs geçirebilir ya da onu gırtlaklayabilirsiniz.
Aşırı adrenalin yüzünden zihin tam gaz çalışıyor, hiçbir soruya tahammül olmuyor. Birisi “Hamburgerim ne zaman gelir acaba?” diye sorduğunda elinizdeki bardağı suratına fışkırtmak istiyorsunuz.
Mümkünse kimseyle muhatap olmayın. Ama insanlardan kaçmak yetmez. En büyük düşman cep telefonu hâlâ yanınızda.
Düş yakamdan gelmeyen konuk
En korkuncu, düğüne gelmeyenlerin telefon bombardımanı...
Buradan sana sesleniyorum, gelmeyip de arayan konuk! Yaptığın tek şey stresimi artırmak. Bir kere söylediğin yalanlara karnım tok! Ayrıca sen bana o yalanları söylerken zihnimdeki hesap makinesi davetli sayısındaki düşüşün kâr analizini yapmakla meşgul.
Bir de mesaj atıp kaçanlar var... Bu uyanıklar hem kişisel yalan söyleme zahmetinden yırtıyor hem de sosyal etiket kurallarına uygun davranmış oluyor. Tabii, akıllarınca...
Şimdi dinle beni seni sinsi yılan! Attığın mesajı ne kadar yok saymaya çalışsam da, bir süre sonra bedenimi bir virüs gibi saran insan sevgisi galip geliyor. Cevap yazmam gerektiğini hissettiriyor bana. Sonunda bitap düşmüş ruhum ve titreyen ellerimle “Ok, ok, sağ olll, gülücük” yazarken beni görsen anlardın yaşattığın ıstırabı...
Peki telefonu ne yapmalı?
Vicdanına güvendiğiniz bir arkadaşınıza verin. Her halükârda sizden iyi iş çıkarır. Anneannenizin Salihli’den arkadaşı Sevap Teyze aradığında “Ne var be, ne var! Ne vaaar!” diye kadının yüreğine indireceğinize arkadaşınız bir şeyler zırvalasın daha iyi.
* * *
Durdur bu nikâhı, nikâh memuru! Arif Susam yaban ellere giden aşkının arkasından bu dizeyi yazarken ne yaptığını biliyormuş. Bir düğünü ancak nikâh memuru mahvedebilir. “Benim nikâhımı belediye başkanı kıyacak”, “Bizi ancak tapu ve kadastro müdürü evlendirebilir!” gibi statü kaygılarından arının. Neden mi? Bir kere Türkiye’de bu tür birinin kalabalığı gördüğünde deli saçması sözlerle nutuk moduna geçmemesi söz konusu değil.
İkinci risk daha da büyük... Mevki sahibi zat, bir ilişkisi, hesabı ya da paşa gönlü öyle istediği için sizi dımdızlak ortada bırakabilir. Bunlara bel bağlamayın. Düğünü yaptığınız şirin yöre aklınızda çiçeğiyle, mandalinasıyla kalacakken hıyarıyla kalmasın... Sevimli, insanlara saygılı bir nikâh memuru herkesi mutlu eder.
“Sorun değil, altınları ben toplarım” diyen akrabanız o gece birden aydınlanıp “Iğğ, ne iğrenç bir âdet” diyebilir. Konuşma yapacak arkadaşınız hafıza kaybı yaşayabilir vs... Anahtar rol vereceğiniz insanlar mutlaka su kaynatacaktır, aklınızda yedekleri bulunsun.
Altın toplayacak mıyız?
Başlarda ne kadar “Bize yakışmaz, asla olmaz” derseniz deyin. Düğün ve ev masrafları şaha kalktığında, insanları yürüyen cumhuriyet altını, yürüyen tencere gibi görmeye başlayacaksınız.
Altın toplama işinde en iyisi, sevimli genç bir kız. Ama fazla cool olmamalı, altını verip vermemek arasında gidip gelen çakalı gözünden tanımalı, gerekirse çekiştire çekiştire almalı o ganimeti.
Hediye listesi şüphesiz daha medeni bir yöntem. Keşke listeyi tartıştığım sosyetik arkadaşım “Christofle’la başlıyoruz” dediğinde, kendimi Şeyma Subaşı gibi hissedip “Bu bahsi kapatalım” demeseymişim...
Yaz düğününde smokin
Bir arkadaşım anlatmıştı... Kocası ilginç bir çözüm bulmuş. Düğün gecesi ara sıra otelin et dolabında 8-10 dakika kendisini dondurup geri geliyormuş. Jilet gibi tamamlamış geceyi. “Sizi kutlarım ama sen yine de sabıka kaydına bir bak” demiştim. Şimdi anlıyorum adamın kıymetini.
Düğün gecesi... Konuklar manyakça bir sevgi patlaması yaşıyor. Üç aşama var: Ekstrem kucaklama, tükürüklü-terli öpme ve selfie taarruzu...
Herkes, her karede olmak ve her fotoğrafı kendi telefonunda istiyor. Binlerce kez sırıtmanız gerekiyor. Taciz derecesinde sarılıyor ve öpüyorlar. İnsan vücudunun mahşeri sıcaklığıyla tanışıyorsunuz. O et parçalarını, löpür löpür yağ kütlelerinin bedenimde yarattığı duyguyu hâlâ hatırlıyorum.
Bugün geriye dönüp baktığımda bir-iki kişinin kendinden geçerek yanağımı ve kulağımı yaladıkları gerçeğiyle karşı karşıya kalıyorum.
* * *
Şişman bir dostum yemeğini yemiş, viskisini içmiş, beni görünce yerinde doğrulup “Allaaaaaah, dur geliyorum” dedi. “Allahın varsa gelmezsin” dedim ama dinlemedi. Beni öpücük manyağı yaptı; “Kardeşim” diye haykırarak bedenimi sarmaladı, boğazımı sıkarak elliye yakın fotoğraf çektirdi. Bir ara elinden kurtulmak için masadaki bıçağa uzanıp göbeğinden bıçaklamayı düşündüm.
Bir diğeriyse “Aaa, terlemişsin” dedi... Ben o sırada hiperterminin eşiğinde hayat mücadelesi veriyorum, havale geçiriyorum. O bana terlediğimi haber veriyor! Ter mer onu durdurmadı, tam hamle yapıp gövdemi kavrayacakken, burnumdan “Gnıhhh” diye korkunç bir ses çıkararak ona ölüm bakışı fırlattım. Geri adım attı.
Masa gezmesi bittiğinde tavsiyem odanızda buz gibi bir duş alın, gerekirse biraz ağlayın ve yaşadığınız travmayı geride bırakmaya çalışın.
Linç girişiminden nasıl kaçılır?
Eskiden damadı düğünde tekme tokat döverlermiş.
Beni de gecenin sonunda bir metre derinliğinde denize karga tulumba attılar. Önerim şu: Saldırı başladığında “Burnum kanıyor. Kolum kırıldı” diye avazınız çıktığı kadar bağırın. Baktınız durmuyorlar, Latinceyi deneyin: “Osteoporosisim var!” diye haykırın... Delirdiğinizi düşünecek, belki korkacak ve linç psikolojisinden bir nebze sıyrılacaklardır.
Bunu da atlattıysanız, gerdeğe girmeyi hak ettiniz... Dostlarınız bu kutlu geleneğe saygı göstereceklerdir, değil mi? Asla!
Sabah 07.00’de odamızda her yerden birileri çıkıyordu ve gözlemlediğim kadarıyla gerdeğe girme konusunda bizden bile daha isteklilerdi...
* * *
Düğün adı verilen etkinlik aşağı yukarı böyle bir şey. Dostluklarınızı, hayatınızı, aşkınızı nasıl yaşadıysanız, düğününüz de biraz ona benziyor galiba.
İnşallah sizinki de benimki gibi hayatınızın en güzel gecesi olur...