Güncelleme Tarihi:
Donald Trump’ın tek bir lafını bilecekseniz, şu olmalı: “Benimkisi her yerde kapalı gişe oynayan bir şov ve şovun adı Trump.”
İnşaat kralı Trump’ın, zengin babasının dizinin dibindeki toy müteahhitlikten, son bir senedir ülkesini salladığı seçim kampanyasına dek, bir gün bile ara vermeksizin, soluksuz sürdürdüğü şovunu severek ya da nefret ederek izlemek kolaydı. Gazetelere manşet, televizyon yorumcularının ağzına laf, sıradan vatandaşa da üzerinde geniş geniş konuşacağı bir mevzu veriyordu Trump.
Ta ki 8 Kasım 2016’ya kadar... Dünyanın halihazırdaki en güçlü ülkesinin en tepe mevkiine seçildiği gün, Amerikan vatandaşı olsun olmasın, Trump’ı sevsin sevmesin herkesin aklına tek bir soru düştü:
YA ŞİMDİ NE OLACAK?
Palm Beach, Florida’daki Mar-a-Lago isimli görkemli konutunda, 1997 (Fotoğraf: Max Vadukul).
Cevaptan kimse emin değil. Hem nasıl cevaplanabilir? Seçim gününün sabahına dek herkes, Demokratların adayı Hillary Clinton’ın zaferine hazırlanıyordu. O kadar ki, Newsweek özel bir ‘Madame President’ temalı dergi yapıp, bayilere göndermişti bile. Clinton’ın sürprizsiz, Amerikan standartlarına uygun, tahmin edilebilir dünyasını konuşuyordu herkes.
Şimdi her şey koca bir soru işareti. İpuçları var elbette. Müstakbel başkan, herhangi bir adayın kendine maksimum çekidüzen vermeye çalışacağı seçim kampanyası sürecinde bile esti gürledi. Meksikalı göçmenlere karşı duvar yaptıracağını söyledi mi? Söyledi. Müslümanları ülkesinde istemediğini açıkladı mı? Açıkladı. Kadınlara karşı burada yazmaya elimizin varmayacağı düşüklükte laflar sarf etti mi? Etti.
ÜÇ TOPOĞRAF, ALTI ÖĞRETMEN, SIFIR MÜTEAHHİT
Yani Bay Trump’ın nasıl biri olduğunu biliyoruz. Şimdi birtakım yorumcular, o başkan olduğunda fikirlerine ‘devlet aklı’nın yön vereceğini söylüyorken, önce Trump’ın ne olmadığına bakalım.
İşte bugüne dek görev yapmış ABD başkanlarının önceki meslekleri... Aralarında bir terzi (Andrew Johnson), iki mühendis, üç topograf (George Washington, Thomas Jefferson ve Abraham Lincoln), dört üniversite profesörü (biri de Barack Obama), altı büyük toprak sahibi, altı öğretmen, altı gazeteci-yazar (Theodore Roosevelt 35 kitap yazmıştı), altı işadamı (baba-oğul Bush’lar petrol işindeydi), sekiz büyükelçi, dokuz general, 17 vali, 25 hukukçu var... Ama istisnasız hepsinin bir ortak noktası mevcut. Hepsi daha önce devlette çalışmış. Ya ordudan gelip başkan olmuşlar ya da Beyaz Saray’a girmeden evvel valilik, senatörlük, temsilciler meclisi üyeliği ya da başkan yardımcılığı görevlerinde bulunmuşlar.
Obama’dan görevi 20 Ocak 2017’de devralacak, ABD’nin 45’inci başkanı Donald Trump, 1776’dan beri süregelen geleneği yerle bir etti.
Bugüne dek hiçbir devlet görevinde bulunmayan Trump’ın CV’sinde müteahhit, emlakçı ve reality show starı yazıyor.
Yorumculara aldırmayın, onun sahip olmadığı tek bir şey varsa, o da devlet aklı. Yeni ABD Başkanı bir reality şov yıldızı.Yani, şimdi kendi deyişiyle adı Trump olan koca bir şov başlıyor.
BABA TUĞLACI, OĞUL CAMCI
Playboy’a kapak olduğu 1990 Mart sayısındaki röportajı Donald Trump’ın bugüne kadar kendisi hakkında en sakınımsız konuştuğu röportajdı. O kadar ki, “İstemem ama yan cebime koy” demeye getirerek daha o günden başkanlık hayallerini anlatıyordu.
** Bir gün başkanlığa oynarsam... Demokrat Parti’den aday olurum. Demokrat olarak Cumhuriyetçi aday Trump’tan daha çok iş yaparım. Liberal olduğumdan değil. Muhafazakârım çünkü. Ama işçiler beni seçer. Çünkü beni seviyor onlar. Sokakta yürürken, taksilerin camını açıp bana sesleniyorlar.
** Yapacağım çok şey var. Oval Ofis’te müsamahasız bir tarzı hâkim kılacağım... Bu ülkeye giren her Mercedes-Benz aracını vergiye tabi tutacağım mesela... Bütün o Japon ürünlerini de... Bir de yine harika müttefiklerimiz olacak...
** Ölüm cezasını istiyorum. 90 yaşında bir kadını soyup, öldürüp, camdan atan bir p.çi mezara koymayacaksak, bu ülkenin ne anlamı var?
** Nükleer savaş hakkında sık sık düşünüyorum. Dünyanın en büyük sorunu bu. Hastalık gibi; insan hasta oluncaya dek farkına varmaz ya, öyle işte. Kimse onun hakkında konuşmuyor. Bence en büyük aptallık, çok yıkıcı olduğu bilindiğinden bunun hiç yaşanmayacağına inanmak. Saçmalık!
Bu şovun gerçekte neden ibaret olduğunu anlamak için iki unsuru bilmek gerekiyor. Birincisi, yeni başkanın babasının ona verdiği ‘sağlam’ iş eğitimi. Ailenin esas adamı, baba Fred Trump, inşaat işini Amerikan rüyası haline getirmiş, sıfırdan bir imparatorluk kurmuştu. Ekonomik kriz yılları ve İkinci Dünya Savaşı sonrasının New York’unda, orta-alt sınıf için, kamu fonlarıyla desteklenen ucuz apartman daireleri inşa etti. Bir nevi zamanının TOKİ’siydi bunlar. Özellikle de Coney Island yakınlarında, aile adını taşıyan Trump City, estetik açıdan sınıfta kalsa da birçok aile için konut sorununu çözmüştü. Genç Donald’ın ilk işlerinden biri işte bu toplu konutlarda kapı kapı gezip kira toplamaktı. Emlak işini de inşaatı da işletmeyi de babasından böyle böyle öğrendi.
Ama babasının her şeyden çok değer verdiği tuğlayı sevmedi genç Trump. Onu iddiasız, soğuk ve şatafatsız buluyordu. O camın parlaklığına, çeliğin gücüne tutulmuştu.
Gösteriş seviyordu. Toplu konut onu kesmiyordu.
O da oteller, casino’lar, gökdelenler inşa etti... New York’tan çıktı; Las Vegas’a gitti. Görkemli yatların, altın yaldızlı dev lobilerin, güzellik yarışmalarının ve Adnan Kaşıkçı gibi işadamlarıyla rekabetin dünyasına girdi... Babası adını sadece toplu konutlara vermişti; o ‘Trump’ markasını hemen her yere bastı. “İçinde Trump varsa daha çok satıyor” diyordu. Bir yandan da “İnsanlar benden şatafat bekliyor” diyerek topu halka atıyordu.
Bir dönem böyle bitti. Onu da içine alan rüzgârla beraber devir de mimari de değişti. Babasının sakin ve hesaplı toplu konut Amerika’sı, Donald Trump’ın gösterişçi, muzır, iddialı ve kibirli gökdelenlerine dönüştü.
En çok benzeyen Ivanka :1990’da Vanity Fair’e verdiği röportajda şunları söylüyordu Trump: “Tıpkı annem ve babam gibi beş çocuk isterim. Çünkü beş oldu mu, bir tanesinin bana benzemesi garanti.” Röportaj sırasında Ivana Trump ile evliydi ve çiftin üç çocuğu vardı (Donald Jr, Ivanka ve Eric). Daha sonra evlenip boşandığı Marla Maples’tan bir kızı (Tiffany), şimdiki eşi Melania Trump’tan ise bir oğlu (Barron) daha oldu. İçlerinden ona en çok benzeyenin Ivanka olduğu söyleniyor. Aile servetinin başına geçmesi beklenen Ivanka’nın seçim kampanyası sırasında gösterdiği performansı, onun Batı basını tarafından ‘Gerçek First Lady’ olarak lanse edilmesine de yol açtı.
HOCASI SELF-HELP’İN MUCİDİ
Gelelim bu tek adamlı dev şovun ikinci unsuruna, ünlü Hıristiyan vaiz Norman Vincent Peale’ye. NRC Next gazetesindeki bir analize göre, Trump, babasından sadece iş yapmayı öğrenmedi; dini referansları da aileden geliyor. Trump’ların Manhattan’da devam ettiği Marble Kilisesi’nin ünlü vaizi Peale’nin ismine pek aşina değiliz ama onun başlattığı akımın ne olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.
‘Pozitif Düşünmenin Gücü’ isimli kitabın yazarı Peale, ‘self-help’ kitaplarının da mucidiydi. Onun bakış açısına göre dünya sadece kazanan ve kaybedenlerden ibaretti. Kendinizi güçlü olduğuna ikna edebilirseniz, istediğiniz herhangi bir şeyi başarmamanız için hiçbir sebep olmadığını söylüyordu Peale.
Trump, daha sonra sahtekârlıkla da suçlanacak Peale’nin öğütlediği bu yoldan yürüdü.
‘ALABİLECEĞİM HER ŞEYİ ALIRIM’
O yolun sonunda her ne pahasına olursa olsun, kazanmak var. Dersini iyi öğrenmişti Trump. “Kazanmak için sert olmanız lazım, bunu da gülümseyerek yapmanız gerek; sertlik, sistemli bir şekilde kazanmanızı sağlar” diyen o. “Zengin insanlar ayakta kalmayı en iyi bilenlerdir” diyen de o. “Alabileceğim her şeyi almak isterim; iş yaparken insanları sınırlarının sonuna kadar zorlarım ama onları parçalamadan. İyi bir işadamı işte bunu becerebilendir” sözleri de zaten en çok onun markasına yakışıyor.
İki binli yılların favori şovu ‘The Apprentice – Çırak’ta bu sözleri öylesine söylemediğini bizlere göstermişti. Önüne gelen her adayı aşağılayıp kovarken, ‘sonuna kadar zorlamak’ dediği şeyin ne olduğunu tane tane anlatmış da oldu.
Bunlar gizli saklı şeyler değil. Her şeyi açık açık söyledi Trump. Milyonlarca seçmen de (özellikle beyazlar), New Yorker Dergisi Yayın Yönetmeni David Remnick’e göre, siyaseten sıfır olsa da bu usta şovmenin, kendilerine sürekli komplo kuran yeni dünyaya karşı duydukları öfkeyi dillendirmesine izin verdi... Onun sırrı kimsenin bu kadar kalabalık olduğunu sezmediği bu kitleyi keşfetmek olmalı. Dahası, onları bu kadar ayrımcı bir dille harekete geçirebileceğini anlamak.
İNSANI TEST ETMEDEN ANLAYAMAZSIN
Her şeyi herkes açısından daha da zor kılan, şimdi dünyanın tahtına geçip oturan bu adamın kimseye güvenmemesi. “İnsanlar birbirlerine çok itimat ediyor. Ben öyle yapmam. Sürekli izlerim herkesi. Benim için otomatik bir şey bu. Herkes kendi çıkarını düşünür çünkü. Arkadaşlarımı test etmeyi severim. Başkaları eliyle verdirttiğim hediyelerle sadakatlarini sınarım. Bir insanı test etmeden asla anlayamazsın.”
Şimdi mesele şu: Müttefiklerini de test edecek mi? Ya şimdiden iki kutba ayırdığı vatandaşlarını? Yoksa “Yeterince kazandım” deyip bırakacak mı? ‘Tek adam şovu’nu beraberce izleyip göreceğiz.
Şova dair ilk izlenimi, Latif Demirci, seçimden hemen sonraki karikatüründe ‘korku-komedi’ türü bir Hollywood filmi diyerek mükemmel tarif etmişti. Devamında korku öğesinin ağır basmamasını umalım. Yeterince derdimiz var çünkü.