Kalırsan sonra geçersin...

Güzellik yarışmalarındaki ‘‘IQ ölçen’’ soruların baş klişesidir hani: ‘‘İdare size verilse, ülkeyi ya da dünyayı kurtarmak için yapacağınız ilk icraat ne olurdu?’’

Eğer ki kızımız, ‘‘sek güzel’’ değilse, yani adaya düşerse yanına alacağı üç şeyi, hayattaki biricik dileğini (Elbette ki dünya barışı!) ve icraatin içini-dışını birbirine karıştırmayabilecek derecede, IQ'su basıyorsa, bu soruyu ezberden şöyle yanıtlayacaktır: ‘‘Eğitim sistemini düzeltirdim. Bütün çocukların eğitim alabilmelerini sağlardım. Her işin başı eğitim!’’

Yanlış hatırlamıyorsam, üç aşağı beş yukarı benzer bir meramımı daha önce de ifade etmiştim: Doğrudur, her işin başı eğitimdir.

Televizyondaki mıgır şovlara çıkan, boyu henüz mikrofona yetişmeyen küçük arabeskçiler bile bilir bunu. Kısacık geçmişleri adına özür dilercesine vaadde bulunurlar: ‘‘Kasetten kazandığım parayla, önce eğitimimi tamamlayacağım. Bu işin eğitimini alacağım. Önce eğitim.’’ Aferin, önce okulunu bitir, sonra yine mankenlerle falan çıkarsın e mi? Neymiş, hanimiş; her işin başı eğitim...

Okuyunca otomatikman adam olunacağına dair çelik gibi bir iman aşılanmıştır bize...

Dolayısıyla bilgisayar mühendisliği diploması almış bir vatan evladı, fay hattında nükseden deprem misali düzenli aralıklarla infilak eden ekonomik krizlerden birinin de onun tepesinde patlayabileceğini... Binbir güçlükle elde ettiği diplomasını, komşulara hava atabilmek amacıyla duvarına asabilsin diye annesine hediye etmek zorunda kalabileceğini... Kendisinin ise pazarda zerzavat tezgahının başına çökeceğini... Nedense hiç hesaba katmaz...

Halbuki serde bir nebze öngörü ya da en azından septik paranoya olsa, çocuk belki de kalkıp ziraat mühendisliği ya da gıda mühendisliği okuyacak ki icra etmekte olduğu işin eğitimini alabilmiş olsun...

Ya da, daha ısrarla öneririm: Kaldırım mühendisliği bölümlerini artıralım ki, memlekette mitoz çoğalmayla üreyen üniversiteler ile doğru nispette kalabalıklaşan meslek sahibi, ehil işsizlerin gönlü hiç değilse literatürden yana ferahlasın. Onların ebeveynleri de artık gerine gerine gezebilsinler:

- Kızımız / Oğlumuz ne iş yapar?

- Boşta gezer ama eğitimini aldı.

Ben, gazeteci olmak için gazetecilik okumak gerektiğini zannettiğim için ÖSYS'de tek tercihimdi İletişim Fakültesi... Kazandığımda, tanıdıkların çoğu, ‘vah vah telefonu’ açma gereği duymuştu: Yazık, zeki çocuktu ama niye bu kadar düşük puanlı bir yere girdi ki? Annem, şahini hakarete maruz kalmış kuzgun edasıyla hepsine teker teker izah etmişti: ‘‘Yok yok, bizimki hakikaten bunu istedi.’’

Üniversitede girdiğim ilk dersin hocası, darbe büyüklerimizden İsmet Giritli idi. Kendi yazmış olduğu kitabı önüne açmış, mıy mıy mıy okurken, öğrencilerden biri el kaldırmıştı. Giritli, bunun üzerine kafasını bile kaldırmadan, çattığı kaşlarının altından dik dik bakıp; ‘‘Biz burada soru sormayız,’’ demişti.

Dikkat isterim, İletişim Fakültesi'nden bahsediyoruz. (Allah'tan Sosyoloji’ye, ilk görüşte hayran kaldığım ve ömrümce şükrancı kalacağım Ünsal Oskay giriyordu.) Anlayacağınız, yüksek eğitimden ikilemeye karar vermem, ilk derse tekabül eder.

Hayatınız, siz ondan ne biçerseniz odur arkadaşlar. Geçtiğimiz yıl, en yakın dostum, reklam sektöründe eni konu ilerlettiği kariyerini bırakıp, BÜ Felsefe'de master yapmaya başladı misál. Bir diğeri Türkiye'nin en büyük şirketinde idareci olma yolundayken, istifayı bastı; şimdilerde sergi açmayı düşünüyor. Bir diğeri, iláh muamelesi gördüğü şirketten ayrılıp kendi reklam şirketini açtı. Bir diğeri, 30'undan sonra, Yeni Zelanda'da su altı biyolojisi okumaya gitti, burs kazanıp...

Ömrünüzün prangası değildir diploma... Yanlış anlamayın; okumak, bakın o hakikaten önemlidir işte... Bünyenize hitap etmiyorsa, müfredatın buyurdukları yerine gönlünüzün çektiklerini okuyunuz ama seçtiğiniz konuda bilgi sahibi olana dek, kendi seçtiklerinizi muhakkak okuyunuz...

İster bulutlardan fal tutarsınız, ister sayılarla resim yaparsınız, ister hayatınızı rol misali kesersiniz... Hayat bu, kime nereden diploma biçeceği hiç belli olmuyor.

Diyeceğim o ki, ne isterseniz ama hakikaten isterseniz, osunuz...

O kadarsınız.

O kadar.

Hadi bol şans ve şimdiden geçmiş olsun.


Gülhane Parkı'ndayım


Magazin konusunda komplo teorisyeni háline geldiğim için eni konu korkuyorum. Dikkatli nazarlarınızdan kaçmamıştır. Bu aralar magazin yıldızlarımız arasında bir zoolojik muhabbettir gidiyor. Önce Hülya Avşar Show'a katılan Gülşen, Gülben Ergen olduğu yönünde tahminler yürütülen bir sahne sanatçısını penguene benzetti. Ardından Hülya Avşar, her zamanki lüzumsuz ve mesnetsiz izdivaç ahkámlarından birini daha, bu kez içine hayvan mayvan katarak kesti: Evlilikte üç maymunu oynamak lazım. Yetmedi, Emel Müfüoğlu'nun talk-show’una katılan Ergen, iddialara yanıt verdi: ‘‘Yaptıkları açıklamalarla sanat dünyasını hayvanlar álemine çevirdiler. Üç maymunlar ile ilgili bana niye soru soruyorsunuz? Ben maymun muyum?’’ Aman ne komik di mi! Valla, size komik gelebilir, ben dedim ya, korkmaya başladım. Kanımca bunlar ulusal kanallardan sonra şimdi de National Geographic'i ele geçirecekler. Siz daha gülün!


Bülbülün Ölümü


Hollywood'un en şahane babasını da kaymış kuyruklu yıldızlar arasına uğurlamış bulunuyoruz. Zihnimizde hep ‘‘To Kill a Mockingbird / Bülbülü Öldürmek’’teki Atticus Finch olarak yaşadı, hep de öyle yaşayacak. Şahane bir avukat ve şapşahane bir baba olarak. Tüm babaların ‘Babalar Günü’nü, Gregory Peck nezdinde kutlamak isteriz.
Yazarın Tüm Yazıları