Paylaş
Oturup dinleyecekseniz, anlatayım.
Yeni yıla Schopenhauer okuyarak girdim.
Taa 1960’lı yıllardan Ankara’dan bir arkadaşımızla, Urla’da erken başlayan bir yılbaşı yemeği yedik.
Bol bol Rolling Stones dinleyip, onların kuruluşunun 50’nci, bizim arkadaşlığımızın 40’ıncı yılını kutladık.
Yemek erken bitti. Eski yıl muhasebesini zaten yapmıştım.
Bana kala kala, yeni yıl temennileri kalmıştı.
İşte o duygularla kendi kendime şunu temenni ettim.
Bu yıl Başbakan Tayyip Erdoğan’ı daha iyi tanımaya çalışacağım.
“Bunca yıldır hâlâ tanımadın mı” diyebilirsiniz...
Tanıdığımı zannediyormuşum, hayır tanımamışım.
Şöyle bir yokladım, “Erdoğan” deyince aklıma “beğendiğim” ve “beğenmediğim” eylemlerden oluşan bir portre geliyor sadece.
Yüzde 70’ini çok beğendiğim, hayranlıkla izlediğim, yüzde 30’unu ise hiç beğenmediğim, hatta korktuğum şeyler...
Dediğim gibi, bu yıl onu tanımaya çalışacağım.
İlk tanıma dersi bugün...
Schopenhauer’ın “Eristik Diyalektik” kitabından.
Onu tanıma dersi bir: Eristik diyalektiği en iyi bilen siyasetçi
ÖNCE şu acayip kavramdan başlayalım: “Eristik Diyalektik...”*
“Eristik diyalektik, tartışma sanatıdır, mutlaka haklı çıkmak amacıyla tartışma sanatı...”
DERS 1: Başbakan Erdoğan, eristik diyalektiği, dünyada en iyi bilen siyasetçilerden biri...
Bu sanatın en önemli prensibi şudur:
“Zaten haklıysak haklı çıkmamız daha kolaydır...”
Ama haksız olmamız, haklı çıkamayacağımız anlamına gelmez.
DERS 2: Erdoğan, bu prensibi harikulade bir maharetle kullanmayı biliyor.
Tartışma sanatı çeşitli “hilelerden” oluşur.
HİLE 2: EŞADLILIK: “Eşadlılıktan yararlanarak ortaya konulan iddia genişletilir ve aynı sözcüğün geçmesi dışında konuşulan konuyla çok az veya ortak hiçbir yanı olmayan bir şeye dönüştürülüp bu yeni önerme açıkça ve başarıyla çürütülür.”
DERS 3: Başarılı bir örnek: Erdoğan’ın şu sözü: “Kürtaj bir nevi Uludere’dir...”
HİLE 4: OYUNU GİZLEME: “Eğer bir sonuç çıkarmak istiyorsak, bunu önceden belli etmemeli, öncülleri tek başlarına, konuşmaya serpiştirerek kabul ettirmeliyiz.”
DERS 4: Başarılı bir örnek: “Erdoğan’ın NTV konuşması: Ben liderim, gündem belirlerim....”
HİLE 12: İSİM SEÇME: “Kendine has adı olmayan, ancak metafor aracılığıyla belirtilebilen genel kavram söz konusuysa, metaforu daha baştan iddiamıza elverişli şekilde seçmeliyiz.”
DERS 5: Başarılı bir örnek: “Erdoğan’ın AK Parti adı kullanılacak çıkışı...”
HİLE 27: ÖFKEDE ZAAF ARAMA: “Muhalif, getirdiğimiz bir argüman karşısında ansızın kızarsa, bu argümanı daha büyük bir gayret ve ısrarla öne sürmeliyiz. Yalnız onu kızdırmaya yaradığı için değil, aynı zamanda muhtemelen düşünce silsilesinin zayıf bir yanına dokunmuş olduğumuz için.”
DERS 6: Erdoğan’ın en güçlü ama aynı zamanda rakibinin de en güçlü olabilecek eşit silahı.
HİLE 28: TRİBÜNLERE OYNAMA: “Bu hile özellikle fazla bilgili olmayan izleyiciler önünde tartışırken kullanılabilir... Elimizde (bilen kişileri ikna edecek doğru dürüst) bir argüman yoksa, o zaman izleyicilere yönelik argümana başvurabiliriz.
Çünkü muhalifimiz uzmandır, fark edebilir, ama dinleyiciler değil.”
DERS 7: Başarılı örnek: TBMM grubundaki bütün salı konuşmaları...
HİLE 29: SAPTIRMA: “Yenileceğimizi anlayınca bir saptırma yapabiliriz.”
DERS 8: Durup dururken “yürütmeden şikâyetler” niye başladı sanıyorsunuz...
HİLE 32: ETİKETLEME: “Muhalifi karşımıza çıkardığı bir iddiayı kısa yoldan saf dışı bırakmak ya da en azından üzerine şüphe gölgesi düşürmek için nefret edilen bir kategoriye dahil ederiz.”
DERS 9: Başbakan’ın “Bunlar Zerdüşt dininden” etiketlemesi...
Arthur Schopenhauer: “Eristik Diyalektik: Haklı Çıkma Sanatı”, Türkçesi Ülkü Hıncal, Sel Yayıncılık, 2012
Şizofren bir arama motorunun hatıra defteri
HOŞGÖRÜ kelimesini çok kullandığımız halde...
“Hoş görmek” fiilini neden o kadar çok kullanmayız?
Sadece kelimeyi sevip eylemine bir türlü geçmediğimiz, geçemediğimiz için mi...
ÖFKE denince kafalarımızdaki arama motoru niye hemen önümüze Tayyip Erdoğan ismini koyar?
Gerçekten en öfkeli Türk vatandaşı o olduğu için mi...
Yoksa...
ALDATMAK denince neden aklımıza gelen ilk “aldatmak” eylemi o olur?
Yani başkasıyla sevişmek...
Hayatın her alanında aldatmak aldatılmak olduğu halde neden aldatma fiilinin “TT”si (Trending Topic), o olur...
En yaygın aldatmak olduğu için mi...
Yoksa...
En korkulanı mı...
ALDATMAK fiilini neden “aldatılmak” fiilinden daha çok kullanırız?
Çoğumuz aldatmaya daha mehil olduğumuz için mi?
Yoksa, “aldatmak” zalimi, “aldatılmak” mazlumu ifade ettiği için mi...
Ve bizler de bilinçaltımızda, suçlayıcı işaretparmaklarını kendi üzerimizden çektirip, başkalarının üzerine yöneltmek isteğimiz için mi...
BECERMEK olumlu bir fiil olduğu halde, neden onun daha çok olumsuz halini kullanırız?
Neden kendimize “başarmak” fiilini yakıştırırken, başkalarına “becerememek” fiilini saklarız.
Mesela AK Parti için “başarılı” sıfatını kullanırken, CHP için neden “beceriksiz” sıfatını tercih ederiz...
BECERMEK hayatın en yaygın edimlerinden biri olduğu halde...
Bu güzelim fiili niye en çok argodaki yozlaşmış manasında kullanmayı severiz?
Sevişmek eylemindeki eşitsizliği ve rol bölümünü peşinen benimsediğimiz için mi...
Sevişmede mutlaka “maharetli” birinin bulunması gerektiğine inandığımız için mi...
Yoksa, sevişmeyi tek taraflı bir zafer olarak gördüğümüz için mi...
Paylaş