İzmir’in Kavakları


Özdemir İNCE
Haberin Devamı

İzmir’in Bornova’sında askerliğimi yaptım. Başlangıçta Alay olan 57.Topçu Tuğayı’nda. Altı ay asteğmen, bir yıl teğmen. O dönemde, 27 Mayıs’ı gerçekleştirmiş olan Harbiyeliler üsteğmendiler. İkisi bizim 2. Bölük’ten olmak üzere, bizim taburdan üç üsteğmen general oldu: Gündüz Çopur, eski Ege Ordu Komutanı Orgeneral Doğu Aktulga ve ta’datlarda (sayım töreni) yanyana durduğumuz, günümüzün Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Nahit Şenoğul. 28 Şubat’ın generallerinin 27 Mayıs’ın üsteğmenleri olduğuna nedense kimse dikkat etmemiştir.

1961 yılında, eski İzmir’in son günlerini yakaladım, diyebilirim. Çok sevdiğim istasyonuyla, villalarıyla Bornova, İtalyan’ın Toskana kasabalarını andırıyordu. Ege Üniversitesi yeni yeni palazlanıyordu. Alsancak’ın geleneksel cumbalı evleri sonsuza dek yaşayacak gibiydi. Bunlardan birinde, Girit göçmeni Hürriyet Hanım’ın evinde kiracıydım. Benden sonra kiracı olan Metin Eloğlu cumbadan bakarak sokağın manzara resmini yapmıştı. Bu tablo sonradan kartpostal oldu.

İzmir Kız Lisesi’nin önünden başlayıp, Karantina, Küçükyalı ve Göztepe’den geçerek taa Üçkuyular’a kadar caddenin iki yanında eski İzmir evleri uzanırdı. Alt katların açık pencerelerinin perdeleri uçuşur, içerden Türkçe ve Yunanca radyo sesleri gelirdi. İnsanlar, evlerinin içeri gömük merdivenlerinin önünde oturup kahve içer ve sohbet ederlerdi. Tavla oynayanları bile anımsıyorum. Tarık Dursun K.’nın kitabına adını veren ‘‘Rıza Bey Aile-Evi’’ni de anımsıyorum. Bir de bir türlü bitirilemeyen Opera’nın iskeletini.

Attila İlhan, İzmir’in, Selanik’le birlikte Osmanlı başkenti İstanbul’a kafa tutan, bazı alanlarda onu geçen kişilikli bir kent olduğunu anlatır. Yirminci yüzyılın başlarında örgütlü bir Avrupa kentiymiş İzmir. Altmışlı yılların başında, savaş ve ‘‘yangın’’ sonu yaralarını sarmış bir taşralıydı. 195O sonrasında ortaya çıkan bir beğeni körleşmesi, sivil mimarinin yanıp yıkılan başyapıtlarının kalıntıları üzerine yozlaşmanın simgeleri olarak görgüsüzlük anıtları dikmişti.

Gördüğüm, okuduğum, duyduğum kadarıyla, hiçbir belediyenin yönetim ve yönelim anlayışı, İzmir’in şanlı geçmişine yaraşır o Akdenizli kimliği yakalamaya çalışmadı. Akdeniz’in ticaret ve liman kentleri ‘‘zarif’’tir, ‘‘hassas’’tır ve ‘‘hoppa’’dır. Bir Akdeniz liman kenti bu özelliklerini yitirdiği anda mısır koçanına dönüşür.

Ahmet Priştina belediyesinin yaptıklarını henüz görmedim ama öğenler oldu. İnanılır, güvenilir ağızlar. Kordonboyu düzenlemesi, Karşıyaka’da Bostanlı’ya kıyı boyunca uzanan mermer gezi yolu. Bunları görmedim ama İzmir Büyükşehir Kent Kitaplığı’nın yayımladığı olağanüstü kitapları gördüm: Emel Kayın’ın ‘‘İzmir Oteller Tarihi’’, Mübahat S.Kütükoğlu’nun ‘‘İzmir Tarihinden Kesitler’’i ile ‘‘XV ve XVI. Asırlarda İzmir’’i, Erkan Serçe’nin ‘‘İzmir 1905’’i, Olaf Yaranga’nın ‘‘XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Fransız Gezginlerin Anlatımlarında İzmir’’i...İçerik ve basım olarak olağanüstü kitaplar bunlar. Bir de dünyada yüzümüzü ağartacak kalitede yayımlanan ‘‘İzmir, Kent Kültürü Dergisi’’ni anmalıyım.

Eskiye, eski geleneklere dönmenin erdemlerini savunacak değilim. Bu ‘‘nostalji döktürmek’’ olur. Önemli olan, gelenek eksenine oturmuş, çağının çağdaşı bir kent yaratmak. Bu, seçim yitirmeye bile değer!

Yazarın Tüm Yazıları