Irak Savaşı ve dünya ekonomisi için 3 senaryo

IRAK Savaşı, ABD ve dünya ekonomisini nasıl etkileyecek?

Washington Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden Anthony Cordesman üç senaryo hazırlamış.

Senaryoların ilki, iyimser bir senaryo ve gerçekleşme olasılığı yüzde 40 ila 60 oranında.

Buna göre, ABD ve müttefikleri dört ile altı hafta içerisinde kesin bir zafer elde edecekler. Saddam'ın ordusu silahları bırakacak ve Amerikan askerlerinin Irak topraklarında 10 haftadan fazla kalmalarına gerek kalmayacak.

Bu durumda, hem şirketlerin, hem tüketicilerin güveni geri gelecek.

Dünyadaki tüketimin yüzde 2 ila 2,5’ine tekabül eden Irak petrolündeki kayıp herhangi bir sorun yaratmayacak.

Suudi Arabistan ve diğer petrol üreticileri kaybı kolaylıkla karşılayacak.

Savaşın böylesine kısa sürmesi durumunda Amerikan ekonomisindeki büyüme 2003 yılının ilk yarısında yüzde 2, ikinci yarısında yüzde 4'e yakın olacak.

Gelelim, gerçekleşme olasılığı yüzde 30 ile 40 arasında olan ikinci senaryoya.

‘‘Orta karar’’ bu senaryoya göre, askeri operasyonların süresi altı ila oniki haftaya kadar uzuyor. ABD ve müttefiklerinin kayıpları karşısında dünya kamuoyu giderek daha fazla ses çıkartıyor.

Saddam'ın askerleri direniyor.

Üstelik, çatışma ve sabotajlar Körfez'deki petrol tesislerinde büyük hasara yol açıyor.

Suudi Arabistan bu gelişmelere cevaben üretimini artırmıyor.

Petrolün varili 40 dolara fırlıyor.

İlk yarıda büyüme sıfıra yakın.

Üçüncü ve karamsar senaryo ise şöyle: Irak savaşı altı ay sürüyor.

Irak, Amerikalı askerlere ve İsrail'e kitle imha silahlarıyla saldırıyor.

Sokak çatışmaları kanlı geçiyor.

Bush yönetimine ve savaşa muhalefet artıyor.

Arap ülkelerinde bazı yönetimler sarsıntı geçiriyor.

Batı karşıtı terör saldırılarında büyük bir patlama yaşanıyor.

Petrolün varili 80 dolara fırlıyor.

Enflasyon çanları çalıyor.

ABD'de işsizlik yüzde 7.5'e yükseliyor.

Ve elbet tüm batılı ülkelerde durgunluk kaçınılmaz oluyor.

Büyükler kavga ederse çocuklar bilimi nasıl sevecek


HİKAYENİN başlangıcı çok güzel.

1998 yılında, İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla'nın arka bahçesinde, 3 bin 500 metrelik alanda, Türkiye'nin ilk ve tek Deneme Bilim Merkezi kuruluyor.

Kurucuları arasında, Milli Eğitim Bakanlığı, TÜBİTAK, başta İTÜ olmak üzere Türkiye'nin önde gelen üniversiteleri var.

Amaç, bilimi, bilimsel düşünceyi ve teknolojiyi Türk toplumuna sevdirmek.

Özellikle de küçük öğrencilere sevdirmek.

Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey eğitimcilere tavsiye etmiş.

İlköğretim kurumları ve liseler Deneme Bilim Merkezi'ni her ay ziyaret ediyorlar. Çocuklar 3 saat süren rehberli gezi sırasında deneyler yapıyor, yeni buluşları tartışıyor, sorular soruyor.

Yani ortam aktif bir bilim ortamı.

Çocuklara bilim ve teknolojiyi sevdirmek kolay iş değil.

Eğlenceli olsun diye her şey düşünülmüş.

Tiyatro, belgesel film, oyunlar. Beş yılda merkezi ziyaret edenlerin sayısı 500 bine ulaşmış.

Varoşlardan çocukları getirtmek için Turkcell, Mercedes, Nestle gibi sponsorlar bulunmuş.

Bilim Merkezi Vakfı'nın yaptığı önemli bir iş. Zira bir anlamda üniversitenin fonksiyonlarını tamamlayan bir konumda.

Merkez hem Avrupa'da, hem ABD'de Bilim Merkezleri Birliği'nin üyesi. Bünyesinde Astronomi Kulübü, bilim adamlarıyla bilime yatırım yapan işadamlarını buluşturan Teknoroma Grubu'nu barındırıyor. Paneller, sergiler düzenliyor.

Beş yıldan beri bu tempo böyle devam ediyor.

Şimdi hikayenin can sıkıcı tarafına geçelim.

Alana yaklaşık 1,5 milyon dolarlık bir masraf yapan Bilim Merkezi Vakfı ile İTÜ Rektörlüğü mahkemelik.

Rektörlük, Merkeze 5 yıl önce tahsis ettiği alanı şubat ayında boşaltmasını istiyor.

Rektör Profesör Gülsün Sağlamer'e göre, vakıf yönetim kurulu taahhütlerini yerine getirmemiş.

Rektör Sağlamer, burayı üniversiteye ait bir müzeye dönüştürmek niyetinde.

Yönetim Kurulu ile Rektörlük arasındaki anlaşmazlığın ayrıntılarına girmek istemiyorum.

Yalnız merkezin böylesine verimli çalışmalarını nerede sürdürebileceği meselesi var.

Öğrendiğime göre, Yıldız Üniversitesi vakfa Davutpaşa'da 80 dönümlük bir arazi tahsis etmiş.

Harbiye'ye göre, şehrin merkezinden oldukça uzak bir yer. Çocukları buralara taşımak daha güç olabilir.

Ayrıca çocukların böyle bir merkeze kavuşmaları da zaman alabilir.

Bu durumda, vakıf ile rektörlük arasında bir anlaşma zemini sağlanamaz mı?

Ya da vakıf, Yönetim Kurulu üyesi işadamı Şerif Kaynar'ın önerisiyle, her şeyi İTÜ'ye hibe etsin, çocuklar kaybetmesin.
Yazarın Tüm Yazıları