Paylaş
Bu yolculukların ilk kadın yolcularından biriydi Cumhuriyet döneminin en önemli akademisyen ve çevirmenlerinden Azra Erhat. Daha sonra Halikarnas Balıkçısı’nın temellerini attığı Mavi Anadoluculuk tezini ve Mavi Yolculuk anılarını kitap haline getirmesinde bu süreçte Balıkçı ile yaşadığı aşk da etkili olacaktı.
Başta şair A. Kadir ile birlikte yaptıkları Homeros’un İlyada ve Odysseia çevirileri olmak üzere önemli klasikleri ve çağdaş dünya edebiyatının seçkin örneklerini dilimize kazandıran Azra Erhat, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren 1982 yılındaki vefatına kadar düşünce dünyasını etkilemiş önemli adlardan biri oldu.
Yazar Liz Behmoaras, Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanan ‘Küçük Dev Kadın - Azra’ kitabında çocukluğundan akademik kariyerine, edebiyat dünyasındaki dostluklarından çevirilerine, mavi yolculuklardan Halikarnas Balıkçısı’yla yaşadıkları aşka kadar kapsamlı bir Azra Erhat biyografisi sunuyor okurlarına.
1953 YILINDA BAŞLADI
Azra Erhat 1953 yılında Alev Ebüziyya, Mehmet Eyüboğlu ve Sabahattin Eyüboğlu’yla birlikte Balıkçı’nın düzenlediği bir ‘mavi yolculuğa’ çıkmıştı. Azra ile on beş yaşını yeni doldurmuş Alev’in ilk kadın mavi yolcu oldukları ve ısrar üzerine katıldıkları bu gezi sırasında, Alev’e göre Cevat Şakir ile Azra arasında ilk yakınlaşma başlamıştı.
1957 yılının bir bahar akşamı Azra, Füreya, Sabahattin Eyüboğlu, Fikret Adil ve Füreya’nın dayısı Cevat Şakir Kabaağaçlı ile birlikte, Maya Galerisi’nde bir resim sergisini gezdikten sonra
Tepebaşı’nda bir lokantaya giderler. Azra’nın Homeros’un İlyada’sını çevirdiğini öğrenen Balıkçı yüksek perdeden konuşmaya başlayarak attığı nutuk biraz saçma gelse de hem aralarındaki ilişkiyi pekiştirecek hem de Mavi Anadoluculuk tezine girizgâh olacaktır.
BALIKÇI YAŞ FARKINDAN ŞİKâYETÇİ
Mektuplarla başlayan ve Cevat Şakir’in 1973’teki vefatına kadar mavi yolculuklarla devam eden ilişkilerinin ilk yıllarında Balıkçı’nın kanayan yarası aralarındaki 25 yıllık yaş farkı olmuş.
Azra Erhat yazdığı bir mektubunda bunun önemli olmadığını anlatıyor:
“Bak sana söyleyeyim, bizim sevgimizin yalnız, güzel, pırıl pırıl tarafı var. Dünyada böyle güzel şey binde bir olur, o da senin ve benim gibi seçkin insanlarda ancak çok yaşadıktan, çok çektikten sonra olur... Balıkçı seninle benim aramda yaş maş diye bir mesele olur mu? Öpmek, ne geliyorsa içimizden onu yapar, yazarız, dünyaya ilan ederiz ve bu güzeldir anlamayan aptaldır, aptallarla da vakit geçirmeyiz biz. Bana yazdığın en güzel cümleleri inkâr etmen, onlar için af dilemen beni öylesine yaraladı ki, sorma gitsin. Şu Azra’yı kolun, ayağın, kendi vücudunun bir parçası saysana. Ne diye ayırıyorsun senden? Hem söyledim sana ellerini çok beğendiğimi. Sensuellement (şehvetle) öpüyorum onları. Burada olsan da onları öpeceğim. İnadına öpeceğim, ne yapayım öpmek canım istiyorsa? Ben senin gibi arzumu gülünç olmak korkusuyla gizleyen korkak insan değilim.”
ORHAN VELİ PENCEREDEN GİRERDİ
Azra Erhat, 1940’lı yılların başı, Ankara’da Tercüme Bürosu’nda birlikte çalıştığı edebiyatçı dostlarıyla: Azra Erhat, Nurullah Ataç, Sabahattin Ali, Bedri Rahmi, Orhan Veli ve Necati Cumalı.
Güzin Dino, Gel Zaman Git Zaman adını verdiği anılarında o dönem yaşadıkları Ankara’nın edebiyat ortamını ve Azra Erhat’ın evini anlatıyor:
“Azra’nın evi Karanfil Sokak’ta bir zemin katı. Karşılıklı iki oda arasından dar bir koridordan geçiliyor, sağda ve solda mutfak ve banyoya giriliyor. Kapıdan başka pencereden de girip çıkıyor isteyen bu eve. Orhan Veli hep pencereyi yeğliyor. Galiba yalnızca Nurullah Ataç kapıyı kullanıyor. Komşu Sabahattin Ali uzun pencere sohbetlerine dalıyor sabahın erken saatlerinde. Bar kızlarının ya da siyaset adamlarının yaşantısını uzun uzun o pencerelerden hep anlatıyor içeriden dinleyenlere.”
Paylaş