Paylaş
“Çalışan demir ışıldar”, “Yuvarlanan taş yosun tutmaz” gibi atasözleri; hatta “Nazar etme ne olur, çalış senin de olur” gibi kamyon arkası sözlerinin aslında çok da gerçeği yansıtmadığını söylemek zorundayım.
Bizim için bu sözleri “Bizim memlekette havalı bir işte çalışan ışıldar”, “Sorduklarında ağzında yuvarlamadan söyleyeceğin meslek makbuldür”, “Nazar etme ne olur, lakin tasarımcı, mimar, oyuncu, doktor mühendis değilsen çok da önemli değil” olarak değiştirmek isterim.
Aile desteği sayesinde “Bir insan neden çalışır” sorusunu üniversite, hatta master, doktora bitene kadar cevaplamak zorunda kalmayan ve darda kaldı mı babaya koşan birçok genç adam ve kadın, hayatın devam etmesi için gerekli paranın ancak çalışılarak kazanılabileceği konusunda çok net değil.
Aksi takdirde meslek küçümsemekteki benzersiz yaklaşımımız, enteresan bir “iş” anlayışımız olmazdı...
Bakınız elin oğlu daha bebesine kundaktayken “Bu sütü içmek için onu kazanmalısın evlat, şimdi o lanet olası beyaz popondaki bezi değiştireceğim, artık büyüyünce ödersin” diyor, “Eğer kendin için bir şey istiyorsan çalışıp paranı kazanacaksın” anlayışını yerleştiriyor.
Böyle yetişen ecnebi kardeşlerim ne yapıyor? Çocuk yaşta, efendim, hamburgerciydi, kahveciydi, marketti, onlara para kazandıracak birtakım
part-time işlerde çalışıyor, kendi harçlıklarını çıkarıyor. Ne hoş bir sistem.
Bu sistem bizim kültürümüzde de yerleşmiş olsaydı daha bir hoş olurdu,
ne dersiniz?
Zira “Okul hayatın bitene kadar sırtını bize yaslayabilirsin, ailen olarak bu bizim görevimiz” cümlesini tekrarlayarak yetiştirdiğimiz “bireyimsi”lerin, 20’yi, hatta kimi zaman 30’u devirdiğinde de bezlerini, sütünü, emziğini filan ihmal etmediğimiz için “yaşamak için çalışmak” fikri pek oturmuyor.
Bakınız Seren Serengil, Musa Aytun için “Yalan konuşuyor, inşaatçı değil satış elemanı” diyor.
Şahıslar ve olay bir yana, cümlenin kendisine odaklanalım.
Burada altı çizilen Musa’nın “İnşaat firmasının süper sorumlulukları olan patronu ya da en az onun kadar sorumluluk sahibi oğlu” değil, “alt tarafı” bir tezgahtar olması...
Kutsal meslekleri kim seçmiş?
Biliyorsunuz, “satış görevlisi”, “tezgahtar” kelimesi yeterince havalı olmadığı için bulunmuş bir tanım.
Çünkü tezgahtar, eski Türk filmlerinden de hatırlayacağınız gibi, zengin kızın alışveriş yaptığı butikte ona hizmet eden “zavallı” oluyor.
Dünya tersine dönse meslek küçümsemekten vazgeçmeyeceğimiz için de tezgahtar kelimesini “satış görevlisi” ile değiştirdik.
Rahatladık mı? Hayır.
Bir diğer küçümsenmekten kurtulamamış meslek, sekreterlik.
Tekrar eski Türk filmlerine dönecek olursak, duvara açtığı delikten sekreteri Hülya Avşar’ı izleyen patron sahnesini hatırlarsınız.
Bir vakit böyle portrelendi bu meslek...
İlginçtir, bir insanın eli ayağı olmayı, başkasının hayatının yönetimini devralmayı bir türlü “gururlanacak meslek” sayamayız, çünkü herkes en tepeye tırmanmalı, en güçlü pozisyondaki patron olmalı, dünyayı yönetmelidir.
“Patron” değilsen, sende muhakkak bir şey eksiktir ya da başka bir şeyin peşindesindir...
Patronluk meselesini bir adım daha ileriye taşıyalım; niçin bu kadar çok “kendi işimi yapmak istiyorum” diyen adam var sanıyorsunuz?
Artık kimse “birisi için” çalışmayı yediremiyor kendine. Hep en üstte olmak şart. Patronluk yolunda ilerlemeyi seçmeyenler de aklını oynatmış sayılıyor.
Eh, hâl böyle olunca ne yapalım, meslek küçümsemekten vazgeçemeyeceğimiz için sekreterliği de “yönetici asistanlığı” tanımıyla değiştirerek “modernleştiriyoruz”.
Daha örnek bol. Mesela hostes deyince de “hafif” geliyordu kulağa, havayolları dünyasında “uçuş görevlisi”, organizasyon dünyasında ise “stand görevlisi, organizasyon görevlisi” gibi hava katan tanımlar çoktan bulundu...
Geçen hafta Haluk Bilginer “yavşaklık meselesine gelen tepkilere cevaben yazdığı mektubun bir yerinde “Oyunculuk niçin kutsaldır da, inşaat işçiliği değil?” diyordu.
Haklıydı.
Ben bu cümledeki inşaat işçiliğini siliyor ve “Oyunculuk niçin kutsaldır da ...... değil” olarak değiştiriyorum.
Boşluğa “kulağınıza havasız gelen” tüm meslekleri yazabilirsiniz...
Paylaş