İki yaşında bir çocuk ve iki aylık bir bebek Evde zombi gibi dolaşıyorum

"Dibe o kadar hızla vurdum ki, aynı hızla geri çıktım!" İşte okuyacağınız röportajın kilit cümlesi bu. Doğum sonrası ağır bir depresyon geçirmesine rağmen, bir daha hamile kalmasının sebebi de bu.

Haberin Devamı

Şehrazat Zelda'dan hemen sonra Emir Zahir'i doğuran ünlü romancı Elif Şafak

Bir de artık verecek daha fazla sevgisinin olması! Elif Şafak’la yine birlikteyiz. Güneşli bir günde Ortaköy’de. Birbirimize bakıp gülümsüyoruz. Havada tuhaf bir sevinç var. Eve yeni bebek gelmiş. Nasıl olmasın? "7 kilo fazlam var" diyor, hiç öyle görünmüyor, bence daha da güzelleşmiş. Yumuşamış, rahatlamış. Hayattan, çocuklardan, doğmak üzere olan yeni kitaptan ve yeni projelerden söz ettik.

En son nerede kalmıştık?

- Siyah Süt’te.

Evet Siyah Süt. Öncelikle kaç sattı?
/images/100/0x0/55eb29f4f018fbb8f8af7455
- 120 binden fazla.

Vayyyyyyyyyyy.

- Evet parlayıp sönen bir kitap olmadı. Hálá çok iyi satıyor. Şimdi de İngilizce ve Almanca’ya çevriliyor.

Nasıl tepkiler aldınız?

- Çok olumlu. Oysa yazarken iyi bir ruh halinde değildim. Ama sonuçta beni iyileştiren bir kitap oldu. Yazmak bana çok iyi geldi. Okuyuculardan da şunu duyuyorum: "Okumak da bize iyi geldi!" Siyah Süt esprili bir kitap. Ben kendimle çok dalga geçtim yazarken. İnsanın kendi dertleriyle dalga geçebilmesi müthiş bir özgürleşme sağlıyor. Başta sadece kadınlardı okuyanlar, ama sonra erkekler "Bu hatunlar ne okuyor?" diye merak etmiş olmalı ki, şimdi kadın- erkek bir sürü insandan kitapla ilgili yorum alıyorum.

Olumsuz tepki?

- Kemikleşmiş dar bir edebiyat çevresinden "Neden kadınlık ve annelikle ilgili kitap yazıyorsunuz ki? Siz roman yazın" türünden eleştiriler aldım. Çok da umursamadım. Çünkü annelik ve kadınlık üzerine yazmayı küçümsemiyorum. Hayatın içinde olan her şey, bence edebiyatın içinde de var.

O aralar aklınızda ikinci çocuk var mıydı?

- Daha önceki röportajımızda mı? Asla yoktu. Ama çok şükür o depresyonu atlattıktan sonra başka bir mevsim geldi hayatıma.

Neredeyse Siyah Süt’ün hemen üzerine hamile kaldınız. Nasıl karar verdiniz? Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yemez mi?

- Yer de ben o kadar sert bir şekilde dibe vurdum ki, aynı hızla geri çıktım. O dönem gerçekten çok sarsıldım, 10 ay boyunca hiçbir şey yazamadığını ve sürekli ağladığını düşünsene, her şey canımı acıtıyordu. Ama o süreç bitti, miyadını doldurdu, çember tamamlandı ve ben kendimi başka bir mevsimde buldum: Sonra da başka bir insan olarak tekrar hamile kaldım.

Şahane. Eşiniz Eyüp Can size çok iyi geldi.

- Hiç şüphesiz ama bana tasavvuf da iyi geldi. Yıllardır tasavvufa ilgim vardı ama daha teorik ve entelektüel bir ilgiydi. Son iki senedir, bu ilgi akıldan gönüle indi. Tasavvufu gerçekten yaşamaya başladım.

DEBELENMEYİ BIRAKTIM

Bu satırları okuyup "Ben de böyle hissetmek istiyorum" diyen birinin ne yapması gerekiyor?

- Herkes bir "yol" arıyor değil mi? Evet, tasavvuf o yollardan biri. Ama bir altın reçete var mı, inan bilmiyorum. Bizler, kendi hayatımızın ne kadarını yönlendirebiliyoruz, onu da bilmiyorum. İkinci çocuk da böyle oldu aslında. Şu kainatta her şey gerçekten bizim sandığımız kadar kontrolümüzde mi?

Nasıl yani?

- Bir yandan hayatın bir ritmi, bir sistemi var, her şey kendi akışıyla geliyor. Ama bizler nedense her şeyi kontrol edebildiğimizi sanıyoruz, planlar yapıyoruz, direniyoruz, çabalıyoruz. Bu arada hayat, kendi döngüsüyle devam ediyor. Sen de debelendiğinle kalıyorsun. Ben debelenmeyi bıraktım!

Süper! "Debelenmeyi bırakmak" şu son zamanlarda duyduğum en güzel şey. Nasıl becerdiniz ayıptır sorması?

- Ben aynı anda beş iş yapmaya çalışan, sürekli acelesi olan bir insandım. Biraz o değişti, zaman kavramıyla da ilişkim değişti.

Zaten daha yumuşamış duruyorsunuz. Yüz kaslarınız bile yumuşamış sanki. Yayladan inmiş gibisiniz.

- Evet yumuşadım, ben de öyle hissediyorum.

Kabul, her şey kendi kısmetiyle geliyor da... "İki çocuklu bir aile olmak istiyor muyuz, istemiyor muyuz?" Bu tür sohbetler geçmedi mi eşinizle aranızda? "Hayatımızı altüst eder mi, etmez mi?" demediniz mi?

- Birinci bebekte bunları o kadar çok konuştuk ki, ben o paniği o kadar güçlü yaşadım ki -nasıl yapacağım, annelikle yazarlığı nasıl bağdaştıracağım filan- ikincide oluruna bıraktık. Bence bizim gibi insanlar için en zoru, ilk bebek. Sonrası zaten geliyor, insan en büyük dönüşümü aslında birinci bebekte yaşıyor. Daha bağımsız, daha başına buyruk bir kadınken, annelik insanı bambaşka bir şeye dönüştürüyor. Ben göçebe biriydim, beni yerleşik kıldı. Şok eden ilk bebekti yani. İkinciye karar bile vermedik, istedik ama üzerine çok düşünmedik, öyle aktı, öyle gelişti. Hálá da biraz şaşkınım açıkçası. Bazı arkadaşlarım bana bakıp gülüyorlar, "Nasıl yani? Sen şimdi iki çocuk annesi mi oldun?" diyorlar. Haklılar, sırtımda çanta, 6 ay orada, 8 ay burada yaşayan biriydim. Bakar mısın, nereden nereye, şimdi 2 çocuk annesiyim! İki sene önce biri bana söyleseydi, "Sen benimle dalga mı geçiyorsun!" derdim.

Bu hamileliğinizde, hangi duygu ağır bastı?

- Sevinç, şükran. Oysa ilkinde ağır basan tedirginlikti. Bedenimle daha barıştım bu hamileliğimde, kendimle de. Daha dingindim. Sen panikleyince, bu, zincirleme bir sürü şeyi etkiliyor, bir kere beraber olduğun insanı etkiliyor, evdeki tansiyonu arttırıyor. Sen rahat olduğunda, her şey başka türlü yaşanıyor. Bir de anladım ki, her hamilelik farklı, bir hikaye bir hikayeyi tutmuyor.

Hiç korkmadınız mı yine post natal sendrom yaşamaktan, depresyona girmekten?

- Yok hayır, ben aynı insan değildim, bunu biliyordum. Bir de kainatta birebir tekrar olduğuna inanmıyorum.

EMİR’İN DOĞUMUNA TANIKLIK ETTİM

Hamileliğiniz boyunca kızınız Zelda ne yaptı?

- Karnıma dokunuyordu, okşuyordu. Çocukların tepkileri farklı tabii. Çünkü bedenin nasıl olması gerektiğine dair kafalarında bir kural yok. Şu renkte, şu zayıflıkta ya da şu şişmanlıkta olmalı demiyorlar. Seni nasıl görüyorlarsa, öyle kabulleniyorlar. O yüzden ırkçı olmuyor çocuklar, o yüzden engellilere karşı önyargılı davranmıyorlar. Biz ne zaman onlara toplumsal kuralları pompalıyoruz, onlar da bizim gibi önyargılı olmaya başlıyorlar. "Bak burada bir bebek var, senin kardeşin o" diyordum, hoşuna gidiyordu ama doğduktan sonra, ister istemez biraz kıskançlık oldu. Çok da haklı.

Doğum peki?

- Yine aynı doktor: Yusuf Ziya Yergök. Çok seviyorum doktorumu. Hem alanında muazzam bilgili, tecrübeli hem de gönlü yumuşak. Çok güveniyordum ona, kendimi teslim ettim.

Aynı filmi tekrar izliyormuşsunuz gibi miydi?

- Yok, hiçbir şey aynı değildi. Ne hamilelik ne de doğum. Bu sefer epidüralle doğurdum, başından sonuna kadar bütün süreci gördüm. Tanıklık ettim. İlkinde böyle bir şey olmamıştı.

Eşiniz Eyüp de sizinle birlikte ameliyathanede miydi?

- Hayır ben istemedim. O da istemedi. Onun dışarıda beklemesi daha doğal geldi.

İkinci çocuğu istemenizin tam olarak sebebi ne?

- Galiba gönlüm genişledi. Verecek daha çok sevgim var. Sebep bu. Ben daha sabırlı, daha dingin bir insanım artık. Yine bağırdığım, çağırdığım, çekip gitmek istediğim anlar oluyor ama yine de... Başka biriyim. Bir de tabii şu var: Ben tek çocuk büyüdüm. Çok yalnız, yavan bir çocukluk geçirdim. O kadar içine kapanıktım ki. İstedim ki kızımız bir kardeşle büyüsün.

Çocuklarınıza isim bulurken çok zorlandınız mı?

- Yok hayır, Şehrazat Zelda ve Emir Zahir isimleri. Hem Doğulu hem Batılı isimleri olsun istedik ama ileride hangisini kullanacakları kendi kararları.

Oğlunuz daha 2 aylık değil mi, hálá loğusa sayılırsınız. Ağlama krizleri, duygusallık...

- Hálá bir sürü irrasyonelliğim var. Dünyada ve Türkiye’de olup biten her şeyden etkileniyorum, haberleri izlerken gözlerim doluyor filan. Ama bunları normal kabul ediyorum. Duygusallıktan utanmamayı öğrendim.

ŞEHRAZAT BABASINA AŞIK

Peki erkek çocuk annesi olmak sizi nasıl etkiledi?

- Şaşırttı aslında. Cinsiyetini son ana kadar bilmiyordum. Ben edebiyatta ve hayatta hep kadın karakterleri kendime yakın buldum. Oğlan çocuklarının dünyasına uzaktım. Arabalar, plastik kılıçlar, Spiderman’ler hep mesafeyle baktığım bir dünyaydı, al işte sana, hadi bakalım, öğrenmem gerekecek.

Babayla araları nasıl?

- Şehrazat babasına aşık. Acayip kıskanıyorum, şaka değil, ağrıma gidiyor valla. Bu kadar çaba, bu kadar emek, baba eve gelince hooop bitiyor, Şehrazat’ın gözü kimseyi görmüyor, varsa yoksa Eyüp.

Oğlunuz Emir de size aşık olacak.

- Bilemiyorum artık.

Evdeki son durum?

- Ben zombi olarak dolaşıyorum. Geceleri uykusuz.

Böyle zamanlarda yardım ve destek almak önemli. Alıyor musunuz? Kafanıza göre bakıcı bulabiliyor musunuz? Onlarla ne tür zorluklar yaşıyorsunuz?

- Oooooo, bu bakıcı hikayeleri bitmez. Bir ara bu konuda kitap yazmayı düşündüm, hálá var öyle bir niyetim. Üstelik bunun bir sürü uluslararası boyutu var, Moldovalılar, Ukraynalılar, Filipinliler... Onların gözünden bizleri anlatmak ilginç olabilir. Senden ayrılınca Emir için bir bakıcı adayıyla görüşeceğim mesela.

Evdeki tatlı telaş nasıl anlatılır?

- Anlatılmaz, yaşanır. Herkes başka bir odada sabahlıyor. Oğlan ağlıyor, onun sesini duyan Şehrazat bu sefer daha yüksek sesle ağlamaya başlıyor, tatlı bir telaş mı, panik mi, kaos mu, bilemem artık. Ama her şeye değer!

Yeni roman iki ay sonra bitiyor

MEVLÁNÁ İLE ŞEMS’İN AŞKINI YAZIYORUM


Bir tarafta koca, bir tarafta iki çocuk ve yazar Elif Şafak...

- Evet bölünüyor insan, ama oluyor. Bir formül bulunuyor. Anne olduktan sonra yazı tarzlarını değiştiren kadın yazarlar var. Alice Munro mesela. Hiç aklında yoktu kısa hikayeler yazmak. Ama üç çocuk annesi olunca romancılıktan kısa hikayeciliğe döndü ve çok da başarılı oldu.

Siz?

- Kalıplarla bakmıyorum ben, daha esnek olmak gerektiğine inanıyorum. İnsanın kendisi değişir, hayatı değişir de kalemi değişmez mi? Ben yerinde saymayı seven bir yazar değilim. Bir süredir başka sanat dallarıyla kesişmelerden çok keyif almaya başladım. Şarkı sözü yazıyorum mesela.

Kime?

- Teoman’a. "Uçurtmalar" diye bir şarkı yazdım, çok da hoşuma gitti. Şimdi yeni bir şarkı üzerine çalışıyorum. Sonra televizyona hikayeler yazıyorum, geçen sene Menekşe ve Halil’in hikayesini yazmıştım. Şimdi Sinan Çetin’le hayata geçirmek istediğimiz bir proje var.

Nedir o?

- Bitirmek üzere olduğum romandan uzun metraj bir film yapmak istiyor. Prodüktörü kendisi olacak, filmi de yabancı bir yönetmen çekecek.

A müthiş haber! Dünya için bir film yani...

- Evet. Bu romanı çok önemsiyorum.

Romanın konusu...

- Bir tarafta Mevláná ile Şems’in, bir tarafta Aziz ile Ella’nın hikayesi. İki paralel zamanda geçiyor. 1244’ün Konya’sında ve 2008’in Amsterdam ve Boston’unda. Mevláná, bugünün insanına ne veriyor? Biz Mevláná’yı biliyoruz ama son derece yüzeysel bir biçimde. Şems’i tanımıyoruz, anlamıyoruz. Oysa onu anlamadan Mevláná’yı anlayabilmek çok mümkün değil. Önce Şems’den geçmek lazım. Aşkı anlamadan, aşkın şairini anlamak söz konusu değil.

Eşcinselliğe giriyor musunuz?

- Hayır hiç. Ben onların aşkını öyle görmüyorum ki. Çok özel, ruhani bir ilişki. Ayın iki yüzü onlar. Rumi aydınlık tarafı, Şems karanlık. Ama sonuçta ikisi de dolunayı tamamlıyor. Önce varlığıyla, sonra yokluğuyla Rumi’yi baştan aşağı dönüştüren bir aşk bu. Aşk bir bütün, kainat bir bütün. Mevláná bugünün insanına ne diyor? 800 sene sonra hálá tüm dünyada en çok okunan şairlerden biri, bu nasıl oluyor? Üstelik Avrupa’da, Amerika’da bizden daha çok ilgi var. Hakikaten neden bu kadar ilgililer? Ne diyor Mevláná onlara? Bostonlu bir ev kadınını, 1244’te yaşamış bir Mevláná Celaleddin Rumi nasıl yakalıyor? Hepsinin cevabı bu romanda. Tam da bunları anlatıyorum.

Yazarın Tüm Yazıları