Hitler’i durduran adam

YAZMAKTA olduğu kitabıyla ilgili olarak Hitler’le görüşmek istiyor. Arkasında denizcilik, içişleri, maliye, ticaret ve sömürgeler bakanlığı var, ama o bir süre için gençliğinde kalmış gazeteci kimliğine dönüyor.

İngilizlerin efsanevi Başbakanı, İkinci Dünya Savaşının kaderini belirleyen Winston Churchill siyasete atılmadan önce güçlü kalemiyle savaş muhabirliği yapıyor.
Sudan, Hindistan, Küba ve Güney Afrika’dan yazılar gönderiyor.

Politikaya girince, çeşitli bakanlık koltukları ile o popüler bir siyasetçi. 1915’te Çanakkale yenilgisi ile Denizcilik Bakanlığı elinden gitse de, başka bakanlıklar
onu bekliyor.

Siyasetteki itişmelerden bıkıyor, yeniden kitap yazmaya yöneliyor. 1932 ilkbaharında dünyada kendisinden en çok söz ettiren liderle, Hitler’le buluşma ayarlıyor.

Münih’te bir otelde Hitler’le yemek.

Otele kadar gelen Hitler, Churchill’i son anda pas geçiyor, yemeğe katılmıyor. İkisi ömürlerinde bir daha hiç bir zaman bir araya gelmiyor.

Bu ıskalanma Churchill’e fena koyuyor. İlerde Hitler’in kaderini belirleyecek nefretin tohumları orada atılıyor.

SEÇİM VE SAVAŞ KAZANIYOR


İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Hitler’in yükselişi başlıyor. Polonya, Çekoslovakya, Hollanda, Fransa iskambilden şatolar gibi, arka arkaya düşüyor.

Hitler her şeye egemen, mutlak hakim. Ne söylerse doğru, ne yaparsa doğru. Ne Alman Halkından birileri, ne yakın çevresi, ne partisi, onun karşısında kimse ağzını açamıyor.

Önce yargıyı, sonra orduyu ele geçiren Hitler’i durdurmak imkansız. Karşı çıkmak güç, çünkü hem seçim kazanıyor, hem savaş. Kimin haddine onu eleştirmek.

1940 Mayıs’ında Başbakanlığa atanan Churchill’e Hitler “hoş geldin” merasimi hazırlıyor. Üç ay sonra Nazi uçakları Londra’yı bombalıyor.

İngiltere’yi ele geçirmek için yanıp tutuşuyor, çünkü Hitler’e göre, İngiltere ırkçı imparatorluğun simgesi.

Buna karşılık Churchill, “Hitler’in artık yenilgiyi tatması şart oldu” diyor büyük bir inat ve inançla.

İkisi arasında askeri ve diplomasi alanında satranç başlıyor. Biri ne yaparsa, karşı hamle ötekinden. Örneğin, İngiltere Stalin’le anlaşıyor, bir süre sonra Hitler de Stalin’le el sıkışıyor.

Savaş boyunca Churchill 180 bin kilometre yol gidiyor. Bazen cephede tankın üstünde, bazen dünyaya yön veren liderler konferansında.

BEKLENMEYEN ANDA


Dünyayı ateşe veren Hitler, kendi ülkesindeki insanlara da kan kusturuyor. “Ya benden olacaksın ya benden”. Vay haline ona destek çıkmayanın.

Yahudilere gaz odaları, ona destek vermeyen Alman vatandaşlarına hapis, sürgün ve kurşun.

Birilerinin Hitler’e dur demesi gerek. Nazi olmayan Almanlar ve bütün dünya bunda anlaşıyor.

Bir sabah tıraş olurken Churchill banyodan fırlıyor, oğluna:

“Buldum, Amerikalıları yanımıza çekmek gerek.”

Churchill bunu nasıl planlayacağını düşünürken, imdadına Japonlar yetişiyor. Japonların Pearl Harbor baskını Amerika’yı Almanya’ya karşı savaşa sokuyor.

Üstüne üstlük, kendine olağanüstü güvenen, hiç yanlış yapmadığına ilahi olarak inanan Hitler Sovyetlere savaş açıyor.

Churchill’in işi kolaylaşıyor. Hitler karşısında diplomatik blok oluşturuyor. Cephelerden gelen yenilgi haberleri diplomasiyle bütünleşiyor.

Kendini en güçlü sandığı anda Hitler tepetakla iniyor. Tarih böyle bir şey. Birileri geliyor, yıkılmaz sanılan kaleleri yerle bir ediyor. Ülkede hayat normal seyr ine dönüyor.

Kimler ‘Evet’ diyor

ANAYASAYA referandumda “evet” oyu vermeyi düşünenler arasında bir bütünlük yok. Her evet diyenin kendine göre bir gerekçesi var.

- Kimi AKP politikalarına inandığı için.

- Kimi bu anayasa değişikliğinin demokratik değişiklik olduğuna inandığı için.

- Kimi evet oyu ile iktidara yanaşıp, oradan pay kapmayı tasarladığı için.

- Kimi AKP ile iyi geçinmek gerektiğine inandığı için.

- Kimi, örneğin medyada, yerini sağlama alacağını düşündüğü için.

- Kimi kendi partisine, kendi çevresine küskün olduğu için.

Ben kendi adıma, “hayır” diyorum. Aslanlar gibi “Hayır”.
Yazarın Tüm Yazıları