Hercai menekşenin babası 100 yaşında

Brüksel’de 1908’de doğan Levi-Strauss felsefe ve hukuk okuyor. Ama masa başında oturup, tezler üretmek ona göre değil. Güney Amerika’da kabile toplumlarını dolaşıyor. Balta girmemiş ormanlarda toplumlar arıyor.

"Dünya insansız başladı, yine insansız bitecek."

Bu ürkütücü cümle, bana yıllar önce Charlton Heston’ın çevirdiği filmi anımsatıyor. Astronot uzay gemisiyle sonsuzluğun keşfine çıkıyor. Bilim öyle ilerlemiş ki, hayat donduruluyor, yaşam birkaç yüzyıl sürüyor. Astronot onca süreden sonra, Dünya’ya döndüğünde, insanlık çoktan çökmüş, ilkel yaşam yeniden başlamış. Yeniden oraya dönülmüş. Yeniden "Maymunlar Cehennemi". Olmadı, baştan.
/images/100/0x0/55eaa594f018fbb8f88da879
Uygarlığın bu vahşetini hiç kimse bu kadar acı biçimde dile getirmiyor. Bu tek bir cümle için, Claude Levi-Strauss ömrünü yıllarca bilime adıyor. Etnolog, antropolog ve sosyolog olarak. Farklı kültürleri inceleyerek.

Brüksel’de 1908’de doğan Levi-Strauss’un babası ressam. Aile Paris’e taşınıyor. Sanat ve düşünce yaşamının tam ortasına. Levi başarılı bir öğrenci. Felsefe ve hukuk okuyor.

1930’larda Paris’te bir lisede felsefe öğretmenliğine başlıyor. Ama, öğretmenlik onu kesmiyor. Brezilya’ya Sao Paulo Üniversitesi’ne gidiyor.

NAMBİKWARALAR SADE İDİ ORADA İNSANLAR BULDUM

Felsefe, sözcük ve kavramlar üzerinde cambazlık. Felsefe, istenildiğinde taşın topraktan, istenildiğinde toprağın taştan daha üstün olduğunu, aynı gerçeklik içinde kanıtlayan bir maymuncuk.

Üniversite hocalığı da, öğretmenlik gibi, Levi’yi pek kesmiyor. Dünyada onca farklı kültür ve yaşam biçimi varken, masa başında oturup, "o bunu yazmış, doğru", hayır, "öteki bunu söylemiş, yanlış" gibi tezler üreterek, felsefeye katkı ona göre değil. Pasif, üretken olmaktan uzak.

Oysa gidip görmek var, dünyayı gezmek var. Levi için yeni bir yaşam başlıyor. Güney Amerika’da kabile toplumlarını dolaşıyor. Balta girmemiş ormanlarda toplum ve toplumlar arıyor.

Tropik bölgelere yaptığı tehlikeli gezilerde parçalanmış toplumların yaşamla mücadelesinin içinde buluyor kendini. Levi Strauss yabandaki uygarlığı arıyor. Kültürün, uygarlığın insanları nasıl yozlaştırdığını kanıtlamaya çabalıyor. Burnundan kıl aldırmayan Batı uygarlığına reddiye, elle dokunur, gözle görülür biçimde işte karşısında duruyor. Sonradan yazıyor:

"En sade biçime indirgenmiş bir toplum arıyordum. Nambikwaralar öyle sade idi ki, orada yalnızca insanlar buldum."

Bire bir somut örneklerle. Ona göre:

"Tarihin tüm evrelerinde insanlar hep sevdi, hep kin duydu, hep savaştı, hep acı çekti, hep araştırdı, hep kendi uygarlıklarını kurdu. Hatta, yamyamlarda bile, bir insani yön, bir gelişmişlik vardı. Gerçekte hepsi kendine göre ilerlemiş ve hepsi yine kendine göre barbardı. Bizim şimdi barbar olduğumuz gibi."

Barbarlık fiilen kendi yaşamına da yansıyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’ya dönmek zorunda kalıyor. Silah altına alınıyor. İki yıl dayanıyor. 1941’de Amerika’ya kaçıyor. New York’ta bir üniversiteye.

Uygarlıkla hesaplaşması, insanlığı yargılaması dur durak tanımıyor. 50’lerin ortasında yeniden Fransa’ya döndüğünde, artık ünlü bir düşünür ve araştırmacı. Sıra, arkaya arkaya kitap yazmaya geliyor. İlle de, insan ve toplumların yapısı üzerine.

Paris’te kendi bilimsel alanının en yüksek koltuğuna oturuyor.

65 MİLYAR YILI VAR OYSA DAHA YÜZ YAŞINDA

İnsan geliştikçe, uygarlaştıkça, barbarlığa daha çok yakınlaşıyor. İşte, savaşlar. Oraya gitmeye ne gerek var. İşte, komşuluk düşmanlığı, işte aile içi cinayetler. İnsanın kendi sonunu hazırlaması.

Pek çok çalışması içinde, "Yaban Düşünce" bu düşüncelerini topladığı kitap. Hercai menekşe. Çiçeğin Fransızca adı "La pensee sauvage", yaban düşünce.

1908-2008. Claude Levi-Strauss bugün yüz yaşında. Paris’te hálá insan ve uygarlığı ile haşır neşir bir filozof.

Bundan başka yaşam yok. Kim bilir, belki altmış beş milyar yıl sonra. Bu evren çöktükten, uygarlık insanın kendi elleriyle battıktan sonra.
Yazarın Tüm Yazıları