Paylaş
Thomas Mann’ın harika romanını yazdığı balkona çıktım.
Bir zamanlar onun baktığı karşı dağlara bakarken, aklıma şu soru takıldı:
Bu başarılı insanlar siyasetten niye ayrılıyorlar ki?
Bu soruyu neden sorduğumu anlatmadan önce, 12 saat geriye dönüp, gittiğim iki daveti anlatayım.
Perşembe akşamı önce Coca-Cola’nın davetine katıldım.
Bir şey çok dikkatimi çekti:
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan salona girdiğinde herkesin ilgisi ona döndü.
Kiminle konuşsam, ondan ve ekonomideki performansından söz ediyordu.
Oradan Doğuş Grubu’nun davetine gittim.
Birazdan Babacan da oraya geldi.
Türk-yabancı herkes ondan sitayişle bahsediyordu.
O gün yapılan bir panelde en çok o alkışlanmış.
Gerçekten insana güven veren bir kişiliği var.
Bugüne kadar sakin ama çok etkili bir performans gösterdi.
İşte uzaktan ona bakarken kendi kendime o soruyu sordum:
“AK Parti’nin bu başarılı insanları neden siyasetten ayrılacak ki...”
Parti kurulurken aldıkları bir karar nedeniyle, üçüncü dönemlerinin sonunda ayrılacaklar...
VATANDAŞ KARNESİ: KİM, NEDEN DOLAYI BIRAKMAYIP DEVAM ETMELİ
Sabah erken uyanınca, bir vatandaş olarak kendi kendime şöyle bir başarı karnesi hazırladım:
- BAŞBAKAN ERDOĞAN AYRILMAMALI ÇÜNKÜ Kürt politikasını hayranlıkla izliyorum.
Cesur davranıyor:
Terörle mücadeleden zerre kadar taviz vermiyor.
Cesur davranıyor:
Siyaseten çok riskli olsa da, İmralı ile görüşüyor, barışı sağlayacak düzenlemeleri yapıyor.
Çankaya’da gücü sınırlı bir cumhurbaşkanı olacağına, güçlü bir başbakan olarak bu reformları sonuna kadar götürmeli.
- ALİ BABACAN AYRILMAMALI ÇÜNKÜ Ekonomi çok iyi gidiyor.
Onun popülizme prim vermeyen serinkanlı duruşu, dünya piyasalarına güven telkin eden politikası, siyasete kalite getiren üslubuna ve hoşgörüsüne daha ihtiyacımız var.
- BÜLENT ARINÇ AYRILMAMALI ÇÜNKÜ O, vicdansızlıkların ayyuka çıktığı bir Türkiye’de vicdanı temsil ediyor.
Empatiyi biliyor, ideolojik körlüğü yok, siyasi inancı vicdanını köreltmiyor.
Silivri’deki insanlara yapılan haksızlıkları dile getiriyor.
Üç Kürt kadın öldürüldüğünde bir saniye bile tereddüt etmeden en insani sözleri söylüyor.
Türkiye’nin daha uzun süre bu vicdana ihtiyacı var.
- BİNALİ YILDIRIM AYRILMAMALI ÇÜNKÜ Türkiye’nin ulaşımda ve iletişimde Özal’dan sonraki en büyük atılımları yaptığı dönemdeyiz.
Türkiye’yi G-8’ler mertebesine çıkaracak olan bu yatırımların aynı beceri ve kararlılıkla sürdürülmesi lazım.
O da makul bir insan. Atılımcı...
VERDİKLERİ SÖZÜ TUTMAYI MERTLİK OLARAK GÖRÜYORLARSA
Türkiye’nin daha bir süre ona ihtiyacı var.
Bu insanlar şimdilik aklıma gelenler.
Yani başta öyle bir karar alındı diye ille de sürdürmek mi gerekir?
Bence bir kere daha düşünmekte yarar var.
Başbakan Erdoğan’ı tanıyoruz.
Bu gibi sözleri yerine getirmeyi, bir mertlik olarak değerlendiriyor.
Doğru da olabilir.
Ama iş, ülkenin geleceği ise bence asıl mertlik, bu karardan dönebilmektir.
Davos’ta bana en büyük heyecanı veren masa
BENİM için Davos’un son günüydü.
Davos artık gerilim sürecine geçti diye düşünüyordum. Ama dün öyle bir şey oldu ki, yine Davos yazılarımı şu cümleyle bitireceğim:
“Davos yine Davos’dur”.
Anlatacağım olayın benim dışımda iki Türk tanığı var. Biri Doğan TV Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ.
Öteki Başbakan Erdoğan’a çok yakın isimlerden biri olan Cüneyd Zapsu. Çünkü yemeğe Türk olarak üçümüz davetliydik.
WASHINGTON POST’UN YEMEĞİ
Washington Post gazetesi son yıllarda Davos’ta çok ön plana çıkmıyordu.
Ancak bu yıl gazetenin sahibi olan ailenin üyelerinden Lally Weymouth Davos’un hemen çıkışındaki Seehof Oteli’nde bir öğle yemeği verdi.
Bu öğle yemeğine Türkiye’den Arzuhan Doğan Yalçındağ, Cüneyd Zapsu ve ben davetliydik.
İtiraf edeyim giderken öyle büyük bir olayla karşılaşacağım duygusu yoktu.
Ancak otele yaklaşırken polisin yolumuzu çevirmesiyle tuhaf bir şeylerin olduğunu fark etmeye başladım.
Büyük güvenlik noktalarından geçerek otele girdiğimde bugüne kadar Davos’ta gördüğüm en büyük kalabalıklardan biriyle karşılaştım.
Asıl şaşkınlığım ise yemeğe geçtiğimizde başladı.
Salonda büyük bir masa vardı. Masada sayabildiğim kadarıyla 7 devlet başkanı, başbakan ve dışişleri bakanı oturuyordu.
Ancak bunlardan ikisi özellikle dikkatimi çekti.
Biri İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, öteki ise Filistin Başbakanı Selam Fayyad’dı.
Ama daha da çarpıcı olanı, masada yan yana oturmalarıydı.
Şaşkınlığım burada bitmedi.
Yemeğin konuşmalarına geçildiğinde asıl sürpriz geldi.
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, “Biz artık nefret söyleminden yorulduk” dedi.
Filistin Başbakanı Selam Fayyad ise şunu söyledi: “Bakın ikimiz aynı masada oturuyoruz”.
“Aynı masada oturmak” cümlesi tabii ki bir Türk olarak beni çok etkiledi.
Bu olay gösteriyor ki Davos hâlâ tarihi değerde son dakika sürprizlerine açık bir kasaba.
Rahmetli Turgut Özal ile eski Yunan Cumhurbaşkanı Papandreu arasındaki yakınlaşma adımları da burada atılmıştı.
Türk tarihi bu olayı “Davos ruhu” olarak kayda geçirdi.
ARZUHAN DOĞAN YALÇINDAĞ’LA SELAM FAYYAD’IN ERDOĞAN SOHBETİ
Benim açımdan öğle yemeğinin en ilginç anlarından biri, Lally Weymouth, Arzuhan Doğan Yalçındağ’ı Filistin Başbakanı Selam Fayyad’a “Mr. Doğan’ın kızı” olarak tanıttığı andı.
Selam Fayyad “Doğan” kelimesini “Erdoğan’ın kızı” olarak algılayınca gözleri ışıldadı ve “Siz Erdoğan’ın kızı mısınız?” diye tekrarladı.
Lally Weymouth ise bunu “Doğan’ın kızı” olarak algıladığı için “Evet evet Mr. Doğan’ın kızı” diye tekrarlayınca işler iyice karıştı.
Ama sonunda Doğan’ın Erdoğan’la aynı isim olmadığı anlaşıldı ve gülerek sohbete devam edildi.
Benim için dünkü öğle yemeğinin dört bakımdan büyük önemi vardı.
- 1- Yazılı basın hâlâ büyük bir güç. Washington Post bana göre Davos’un en etkili yemeğini düzenledi.
- 2- Davos hâlâ büyük sürprizlere ve buluşmalara ev sahipliği yapıyor.
- 3- İnsanlar aynı masaya oturunca en çözümsüz sorunlar bile konuşulabiliyor.
- 4- New York ve Washington Post gibi Doğan Grubu da dünya medyasının en önemli aktörleri arasında.
‘Grinin 51’inci tonu’ da Davos’ta ortaya çıktı
2012 hiç kuşukusuz “gri yılı”ydı...
“Grinin 50 tonu” kitabı, yeni 40 yaş kadınını göklere çıkardı.
Türkiye’de en çok satan kitaplar listesinin ilk beşinin üç kitabı “Gri serisi”...
“Grinin 50 tonu” var, ama bugüne kadar bilinmeyen bir de 51’inci tonu varmış.
O da önceki gün Davos’ta ortaya çıktı.
Dünyanın en büyük iletişim şirketlerinden WPP’nin başkanı Martin Sorrell, sabah kahvaltısında durup dururken “Gri kuğu” kavramını ortaya attı.
Biliyorsunuz, ekonomik kriz patladıktan sonra ünlü finansman profesörü Nassim Nicholas Taleb, “Siyah kuğu” kavramını ortaya atmıştı.
Bu kavram, “imkânsız gibi görünen bir şey ortaya çıktığı zaman bunun yarattığı etki”yi anlatmak için kullanılıyordu.
2008 ekonomik krizi “siyah kuğu” etkisiyle anlatılmıştı.
Martin Sorrell ise “gri kuğu” kavramıyla, Amerikan ekonomisinin bütçe açığının, hem Amerika’nın, hem de dünyanın en önemli ekonomik meselesi olduğunu açıklamaya çalıştı.
Kahvaltıda yaptığı konuşma aslında “off the record”du. Ancak New York Times muhabiri bu kavramı yazma izni istedi ve o da verdi.
Böylece gri renk, 51’inci, ekonomi ise ikinci grisini keşfetti.
Gerçi bu, öbür 50’si kadar seksi değil ama yine de gri gridir...
Artık gri denince hepimizin aklına o geliyor...
Davos geceleri Orhan Baba’nın ‘Batsın Bu Dünya’sı ile yankılandı
ÖNCEKİ akşam Davos’un tanınmış restoranlarından birindeyiz.
Vakit gece yarısına yaklaşıyor.
Sahnede takım elbiseli bir DJ çalıyor.
Türkiye’den özel getirilmiş.
Yanında Doğuş Grubu’nun patronu Ferit Şahenk.
Her zamanki fit haliyle, yelekli bir takım elbise giymiş.
Kravat takmamış, gömleğin yakası hafif açık.
Doğuş Grubu’nun geleneksel Davos daveti sonuna yaklaşmış.
Yabancı misafirler gitmiş ve grup kendi içinde kalmış.
Aniden “Batsın Bu Dünya”nın girişi başlıyor...
Baştaki o şahane girişi bekliyoruz.
Ama o ne... Ses Orhan Gencebay’ın ama sözler farklı...
Biz “İnsanlık için” falan beklerken, “Ferit Şahenk için” diyor.
Arkasından grubun en önemli profesyonellerinin isimleri geliyor:
“Ergun Özen için...”
Ve 30 saniye içinde, salondaki herkes avaz avaz “Batsın bu dünya” diye haykırıyor.
Ey Davos, bu müthiş nakaratı burada da mı işitecektik...
Sen yaşa Orhan Baba...
Bu dünya batmadıkça, “Batsın bu dünya ilelebet payidar olacaktır”...
Şaka bir yana...
Bana göre, Doğuş, Türkiye’de mutlu şirket iklimi yaratan kuruluşların başında geliyor.
Tabii bunda en büyük pay, patronun ve üst düzey yönetiminin...
O gece bu havayı bir kere daha gördüm...
Bu havayı, aldıkları yeni şirketlerle, İtalya, İngiltere, Amerika ve Yunanistan’a da taşıyacaklarına eminim.
Amerikalı olsam ve bana şu soruyu sorsalar cevabım hazır
EVET Amerikalı olsam ve biri bana “Sizce şu dönemde Amerika’nın en sempatik yüzü kimdir” diye sorsa, hiç düşünmeden şu cevabı verirdim:
Muhtar Kent...
Yahu o Türk değil mi diyeceksiniz.
Hayır o Amerika Birleşik Devletleri bayrağının neredeyse 51’inci yıldızı sayılan dev bir şirketin başkanı.
Evet çokuluslu bir şirket, ama kökeni Amerika.
Muhtar Kent, hiç şüphesiz Davos’un yıldızlarından biri. Herkesi tanıyor, herkes onu tanıyor ve herkesi etkiliyor.
Durmadan geziyor, sadece şirketi için değil, dünyanın büyük sorunları için de çaba harcıyor.
Her yıl Davos’un en parlak davetlerinden birini Coca-Cola yapıyor.
Birçok ünlüyü orada görmek mümkün.
Önceki akşam da Londra Belediye Başkanı ile Colorado Valisi davetteydi.
Ama gecenin yıldızı, köşede duran bir makineydi.
Coca-Cola’nın dünyaya bir taahhüdü var.
2020 yılına kadar, doğadan alıp kullandığı su kadar temiz suyu tekrar doğaya verecek.
İşte bu amaçla bir temiz su makinesi geliştirdiler.
Güneş ışığı ve elektrikle çalışıyor.
Küçük bir su fıskiyesi kadar ve günde bir ton temiz su üretebiliyor.
Bir kere daha anladım ki, artık hiçbir şirket, sadece üretip sattığı ürün ve hizmetle ayakta duramaz.
Bu dünyaya başka şeyler de vermeli...
Paylaş