CUMARTESİ sabahı, öğretim üyelerinin, düşünce adamlarının, sanatçıların, yazarların bulunduğu bir toplantıdaydım.
Günün tartışma maddesi Ertuğrul Özkök'ün, Köşeler Babamızın Malı Değilmiş (Hürriyet, 26 Nisan Cumartesi, 2003) başlıklı yazısıydı.
Yazıyı hatırlatayım:
‘‘Köşelerini babalarının malı sanan yazarlara ve ben istediğimi kesip biçerim diyen medya kuruluşlarına kötü haberim var.
Yargı, medyadaki hakaret ve iftiralara karşı hızlandı.’’
Hakaret bir üslup çeşidi değildir, edebiyat kitaplarında, edebiyat tarihlerinde çeşitli türler arasında 'hakaret, iftira' diye bir türe rastlayamazsınız.
Aslında her türlü eleştiri istenen ağırlıkta söylenir, yazılır. Bunun becerilememesi bence edebiyattaki yazma özründen kaynaklanır.
Ertuğrul Özkök, yazısının bir yerinde ‘‘Biz kendimize çekidüzen vermediğimiz takdirde, yargı verecektir demiştim’’ diyor.
Bana göre, insanların kişilik ve uygarlık düzeyleri, özeleştiri yapabilmeleri ile doğru orantılıdır.
Özkök'ten daha ileri gideceğim. Köşeler kimsenin babalarının malı değil, orası kamuoyunun sesini duyurabileceği, kamuoyuna seslenilen bir açık alandır.
Edebiyat tarihindeki polemiklerden bugün belleğimde tek iz yok.
Demek ki, o gün hakaret ve iftira arenasındakiler, kendilerini tatmin edebilmişler ama okuru değil.
Kılıçla kalem tutanın adil olması gereğini dinler de, felsefeciler de, yazarlar da yıllarca durmadan tekrarlayıp durdu. İnsanoğlunun kafasında yer etsin diye.
* * *
HAKARET ve iftirada, mizahın en kabası vardır. Artık o mizah tarzı, yüzyıllar önceki gezici tiyatro kumpanyalarının repertuvarında kaldı.
İroni denilen ancak zekánın yapabileceği eleştiri bugün bilgili kişilerin üslubu olarak anılıyor.
Toplantıdaki dostlarımın bir şikáyeti vardı ki onu mutlaka yazacağım ve köşe yazarları arkadaşlarımın da, doğruluk, adalet adına bunları yerine getirmelerini rica edeceğim.
Bir konu, bir kişi hakkında yazıyoruz, düşüncelerimizi ileri sürüyoruz, bazen gerekçeli bazen gerekçesiz bir insanın kimlik haritası üzerinde dolaşıyoruz.
O kişi bir düzeltme gönderiyor ya da ‘‘Bu böyle değildi’’ diye size belgeler gönderiyor. Yazdıklarınızın tamamen tersi, sizin tezinizi çürütüyor... Doğruysa bunu yayınlamak sadece onun onur meselesi değil, bizim yazar olarak da onur meselemiz.
O belge bizim yazarlık tarihimizde bir yanılgıyı simgelemiyor, kamuoyuna, doğruya karşı olan bağlılığımızı belgeliyor.
Ben çoğunlukla, köşemde, okurlarımın, yazılarımı destekleyenden çok eleştirenlere yer veririm.
Yüz binlerce kişiye seslenme şansınız, iktidarınız var ama onun yok.
Doğruyu nasıl anlatacak, topluma nasıl duyuracak.
Ben, bizim işlevimizin insanları şekillendirmek, bize benzetmek olduğu kanısında değilim. Herkes bizim köşemizde kendini bulmalı, karşıt fikirlerin arenasıdır köşeler.
Hakaret ve iftirada zarafet yoktur, zarafetin olmadığı yerde ben yokum. Hakaret ve iftirada ince, zekádan geçmiş mizah yoktur. Gene ben yokum. Yazarlar arasındaki seyircisiz yapay eskrim müsabakalarından da hoşlanmadığımı belirteyim. İnanın ki, bu okurlarımın ortak düşüncesidir.
* * *
BÜYÜK Yunus, bir gün Molla Kasım'ın onu sigaya çekeceğini bilmişti. Şimdi bunu yargı yerine getiriyor.