Ha gayret...

BİR bu yani “din eğitimini derneklere, vakıflara, daha doğrusu cemaatlere bırakmak” kalmıştı.

Onu da görevi, yetkisi ve sorumluluğu ile hiç ilgisi bulunmayan, imamhatip kökenli YÖK (Yüksek Öğretim Kurulu) Başkanvekili Prof. Dr. İzzet Özgenç dile getirdi.

Acele etmesin fırsat gözetleyenler özlemini gerçekleştirir.

Gerçekleştirince de... Şimdiki tempo ile 5-10 senede varacağımız şeriat devleti istasyonuna, o zaman üç yahut beş yılda ulaşır ve Pakistan’laşmış bir Türkiye’de yaşar gideriz.

Pakistanlaşmış bir Türkiye demek, siyasetin din tarafından yönetildiği, tarikatların, şeyhlerin -veya o sıfat altında malı götürenlerin- egemen olduğu, modern eğitim veren okullar yanında medreselerin cirit attığı, yanındaki Hindistan dev adımlarıyla çağı yakalama mücadelesi verirken, her gün daha artan bir hızla ortaçağa giden bir ülke olmak demektir.

Orada bile atom bombası üretirsiniz ama adam olmazsınız.

Bırakalım Pakistan’ı, Suudi Arabistan’ı, Somali’yi, Sudan’ı veya benzerlerini...

Türkiye’de bir insanın "Din öğretim ve eğitimi devlet eliyle verilemez. Anayasa din eğitiminin devlet eliyle verilmesine imkán tanımıyor" diye lafa başlayıp "Din eğitiminin özel dershane ve sürücü kursları gibi özel eğitim kurumları olarak, özel hukuk kişilerince ve devletin gözetim ve denetimi altında verilmesi gerekir" demesi için, ne bu ülkede yaşamış olması gerekir ne de 3 Mart 1924 tarihli Öğretim Birliği Yasası’ndan haberdar olduğu düşünülebilir.

Öyle ya... Eğer Özgenç’in dediği türden eğitim kurumlarının açılması doğru ve gerekli idiyse, mahalle mektepleri ve medreseler neden kapatıldı? Tekke ve zaviyelerin kapısına daha sonra kilit neden vuruldu? Tüm öğretim kurumlarının "laik" anlayışla yeniden düzenlenmesine ve -askeri okullar hariç- tamamının Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmasına neden ihtiyaç duyuldu?

Buna rağmen cemaat okullarıyla, tarikat evleriyle, Kurs ve Mektep Talebelerine Yardım Derneği isimli "laik rejimi yıkım merkezleri" ile çok mesafe aldılar.

Kuşkusuz Yüksek Öğretim Kurulu Başkanvekili sıfatı taşıyan bir profesörün bunları bilmeden konuştuğunu iddia ediyor değiliz.

Tam tersine, İzzet Özgenç kendisiyle aynı zihniyeti paylaşanların laik Cumhuriyeti bir an önce tasfiye etme amaçlı, sistemli ve yaygın şekilde sürdürdükleri kampanyaya kendi katkısını yapmak için konuşuyor.

Zahiren başka konudan söz ediyor. Kimi hedef aldığını anlayamadığımız bir "bilgilendirme" toplantısında "Heybeliada’daki Ruhban Okulu açılmalı mı?" türünden bir konuyu bahane ederek, asıl özlemini dile getiriyor.

Eh... Şimdi bunu söyleyeceksin. İtirazlar olunca bekleyecek, ikinci fırsatı kollayacaksın... Üçüncüde insanlara "Bunu tartışalım" dedirteceksin. Dördüncüde sıra eyleme gelecek. Zaten oraya ulaşınca mesele kalmayacak.

Haa... Unutmadan söyleyelim:

Hani Adnan Menderes merhum 25 Kasım 1955 tarihli DP Meclis Grup Toplantısı’nda arkadaşlarına "İsterseniz Hilafeti bile getirebilirsiniz" demişti ya... Sıra ona da gelirse şaşmayın.

Not: Dün teknik bir yanlışlık sonucu 21 Haziran 2009 tarihli yazımız bu sütunda tekrar yayımlandı. Özür dileriz. O.E.
Yazarın Tüm Yazıları