Paylaş
Einstein’da kurucularından olduğu Max Planck Topluluğu’nun ilk Türk direktörüsünüz. Sizi tanıyalım, nerede doğdunuz, nasıl buraya geldiniz?
Türkiye’de Kırşehir’de doğdum, Kayseri’de ilkokulu, İzmir’de ortaokulu ve liseyi okudum. Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde elektrik-elektronik mühendisliği ve fizik çift ana dal programında lisans eğitimimi yaptım. Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisans derecemi aldım. Bu sırada TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi’nde CAD/CAM Robotik Bölümü’nde araştırmacı olarak çalıştım. Türkiye’de doktoraya kadar zamanımı geçirdim. Tokyo Üniversitesi’nde elektrik mühendisliği bölümünde doktora yaptım. Ondan sonra da Amerika’da Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı ve eğitmen olarak üç yıl çalıştım. 16 yıldır da Carnegie Mellon Üniversitesi’nde profesör olarak çalışıyorum.
Birçoğumuz Aziz Sancar’ı da Nobel Ödülü aldığında tanıdık. Rahmi Koç Ödülü verilmese belki sizi de bilmeyeceğiz. Bu bizim ayıbımız. Bir bilim insanı olarak bu sizi nasıl etkiliyor?
Türkiye’de yurt dışında çalışan bilim insanlarının haberleri arada basında çıksa da bunlar marjinal kalıyor. Zaten bilimle ilgili haberler genelde Türkiye’de fazla yayımlanmıyor. Bizim bilim haberciliğini iyice düşünmemiz lazım. Ödüller dışında da bilim adamlarını, bilim ve teknolojideki gelişmeleri yakından takip etmek gerekiyor. Bu yurt dışında çok yapılıyor. Gazeteler ve dergilerden bu konuda özelleşmiş birçok gazeteci, beni sık sık arar ve yeni bir şey var mı diye sorar. Takipçisi de çok. Şöyle bir durum da var: Bilim adamları olarak basına çıkma konusunda çok da büyük bir hevese sahip değiliz. Amacımız şöhret olmak değil ama böyle haberler daha çok insana yaptıklarımızı anlatmayı ve ulaştırmayı sağlıyor. Bizden çok insanları yaptığımız bilimsel gelişmelerden haberdar etmek açısından önemli. Türkiye için de bu çok yararlı olur.
Babanız köy enstitülü, değil mi?
Annem, babam Kayseri’nin köyünde doğdular. Babam köy enstitüsünden mezun olup İngilizce öğretmenliği yaptı. Öğretmenlik yaparken, dışarıdan aynı zamanda hukuk bitirdi. Sonra İzmir’e taşındık ve orada öğretmenliği bırakıp avukat olarak uzun yıllar çalıştı.
Papa’dan bir davet almışsınız. Neydi davetin konusu?
O sıralarda su üstünde yürüyen yeni bir böcek robot geliştirmiştik. Su üstünde yürümesinin kutsallığından dolayı İtalya’da basında epey yer aldı. Papa da duymuş, Vatikan’da bir gösteride bunu göstermemizi istedi.
Gidebildiniz mi?
Hayır, çünkü bizim evlenme tarihimizdi.
Rahmi Koç Bilim Madalyası’nı fen ve mühendislik bilimleri ve teknoloji örtüşmelerinde insan sağlığının iyileştirilmesinde çığır açan çalışmalarınızla kazandınız. Bu heyecan verici çalışmanızı anlatır mısınız?
Bizim yaptığımız en önemli katkı, var olan ilaç verme ya da tıbbi cihaz teknolojilerinin ötesinde kablosuz, damara ya da başka yerlere enjeksiyonla verilebilen çok küçük robotlar tasarlamak. Tamamen içinizde bağımsız hareket edebilen, hem hastalıkları tanımanıza yardımcı olacak hem de hastalık tedavisinde ve cerrahi müdahalelerde
kullanılabilecek, tamamen bilim kurguda düşünebileceğimiz robotlar. Size rahatsızlık vermeden, çok az acıyla insan vücudunda tedaviyi sağlayabilecek geleceğin tıbbi cihazları bunlar.
Amaç acıyı en aza indirmek mi?
Biri o. Asıl amaç, insan vücudunda girilemeyen ya da girilmesi tehlikeli olan yerlere girebilmek. Beyinde ya da damarlarda şu an cerrahi müdahale olmadan ulaşamayıp yapamadığımız tedavileri yapmak istiyoruz.
Örnek verir misiniz; nerelere ulaşılamıyor şu anda?
Mesela şu an elimizdeki en küçük cihazlar kateterler, değil mi? Çok ince bir kabloyla sizin damarlarınıza belli bir yere kadar ulaşabiliyorlar. Ama damarlarınız 1 milimetrenin altında küçüldüğü zaman, beyninizde ya da vasküler sistemde bir tıkanıklık ya da kanama varsa oraya cerrahi müdahaleden başka bir yolla ulaşılamıyor. Onun dışında beyinde çok riskli bölgeler var, oralara kateterle ulaşmaya çalıştığınızda zarar verebiliyor. Evet, kablolu teknolojiyle girebileceğiniz yerler çok var ama ulaşılamayan yerler de var. Mesela safra kesesi, beyin kanseri şu an çözümü az olan ya da olmayan kanserler. Çünkü kanser ilaçları bu organlara ulaşamıyor. O tür yerlere kablosuz olarak girip, ilaç verme yöntemini kullanarak tedavi etmek gibi bir amacımız var.
Böylece mevcut tedavilerin yan etkileri de ortadan kalkacak mı?
Kemoterapide ilaç kana verildiği zaman, ilacın yüzde 5’i kanserli bölgeye ulaşıyor. Yüzde 95’i kanda karaciğerinize ve kalbinize, başka organlara ulaşıyor. Böyle olunca yan etkiler ortaya çıkıyor. Bazı kanser hastalarının kalp krizi geçirmeleri, karaciğer riski ortaya çıkması, saç dökülmesi gibi yan etkiler oluşması bundan. Bizim hedefimiz, ilacı küçük robotlarla kanserin olduğu yere doğru dozda vermek. Hem ilacın etkinliğini arttırıyorsunuz, dozu daha iyi şekilde ayarlıyorsunuz hem de başka yerlere yayılmasını engelleyerek yan etkilerini neredeyse ortadan kaldırıyorsunuz.
Kapsül gibi bir şey mi, neye benziyor?
Şekiller gireceğimiz bölgeye ve özel tıbbi fonksiyona göre değişiyor. Mesela damar tıkanıklığı açmak için tasarladığımız robotumuz spiral şeklinde. Dışarıdan yüksek frekansla döndürdüğümüzde bu robot kan pıhtısını açabiliyor. Bu yıl en çok yankı yaratan çalışmamız ise yeni tıbbi yumuşak robot. Kâğıt şeklinde… Elastik, şekil değiştiren bir robot. Eskiden bizim çocukluğumuzda “Değiş tonton” diye bir çizgi film vardı, onun gibi… Dışarıdan kumandayla istediği şekli alabiliyor. Uçan halı gibi hareket edip yüzebiliyor. Yumuşak olduğu için hem güvenli, hem de çok fonksiyona sahip. Mesela damarı tıkamak istediğiniz zaman, hedef bölgesine geldiğinde şekil değiştirip tıpa görevi görüyor.
Dışarıdan denetimi nasıl oluyor? Bir kablo yok çünkü…
Robot dediğimizde bizim ilk düşündüğümüz üzerinde elektronik devreler, hafızası, uzaktan kumandası, pili olan kendi kendine hareket eden mekanik cihazlar. Ama bu kadar küçük boyuta indiğimiz zaman artık üzerine bunları koyamıyoruz ve robotu ancak uzaktan etkilerle hareket
ettirebiliyoruz. Mesela dışarıdan manyetik alanla, akustik dalgalarla ya da bazen lazerle robotu dışardan hareket ettirip kontrol ediyoruz.
Hastalıkları tedavi edecek, acıyı azaltacak bu buluşunuzun ardında bir aile hikâyesi var mı, merak ediyorum?
Aslında var. Babamı görece genç yaşta kanserden kaybettik. Sevdiğiniz insanların çözüm bulunamayan hastalıklar nedeniyle hayatlarını kaybetmeleri çok üzücü. O büyük bir motivasyon oluyor. Kız kardeşim beyin cerrahıydı. Onunla hep konuşurduk, kablosuz minyatür robotlarla beyinde hastalık tedavilerine nasıl yeni çözümler bulabiliriz diye. Onu da maalesef 37 yaşında bir trafik kazasında kaybettik. Ona sözüm vardı. Beyinde yapacağım, klinikte başarılı olacak ilk robotun adını kız kardeşimin adı olan İlkay koyacağım. Onunla birçok tıbbi projelerimiz vardı, bu ona sözüm…
HEDEF; BEYİN, PANKREAS VE SAFRA KESESİ KANSERİNİ ÇÖZMEK
Deneyler ne aşamada?
İlk robot prototiplerini laboratuvarda geliştirdik. Organ modellerinde çalıştığını gösterdik. Bundan sonraki aşama belirli özel hastalıklar için fare ve sıçanlarda çalıştıklarını göstermek. Bu testlere göre robotlarda bazı değişiklikler ve düzeltmeler yapmayı öngörüyoruz. Sonuçlar başarılı olduktan sonra büyük hayvanlarda, sonra da insanlarda uygulayacağız.
Uzun bir zamandan mı bahsediyorsunuz?
Tabii zaman alacak. Bir yerden sonra hastanelerde kullanılması için onay alınarak, birilerinin bunu üretmesi gerekecek. Ya kuracağımız bir start-up şirketi ya da büyük bir tıbbi cihaz firması robotlarımızı ticari hale getirecek. Bunlar masraflı ve zaman alan işler. Hemen hemen her tıbbi cihaz için bu süre en az 5-10 yıl arasıdır.
Şunu söyleyebiliyor muyuz: Bu ürün 5-10 yıl sonra piyasaya sürüldüğü zaman şu hastalığın tedavisi artık mümkün olabilecek!
Bu anlamda birçok doktorla konuşuyoruz. Hatta Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki profesörlerle devamlı konuşuyoruz. Hangi hastalığı hedefleyelim ki, bu yaptığımız küçük robotlar en büyük etkiyi ve yardımı göstersin. Hedefimiz sorunlu olan beyin kanseri, pankreas, safra kesesi gibi çözümü zor, hatta olmayan kanserleri çözmek.
Ekibiniz kimlerden oluşuyor, farklı disiplinlerden gelen uzmanlar mı?
Tabii ki. Mühendisler, fizik, kimya, biyoloji ile ilgili bilim adamları ve doktorlar var. Kendim de hem fizik hem de mühendislik okudum.
KÜÇÜK HAYVANLARI GÖZLEMLİYORUM
İlhamınızı doğadan aldığınızı, hatta bir de küçük hayvanat bahçeniz olduğunu duydum…
Doğru. Şu ana kadar çalıştığım bütün hayvanları koyduğum, ‘hayvanat bahçesi’ dediğim bir yer var. Çok küçük yeni robotları tasarlarken, kişisel olarak doğayı da çok sevdiğim için her zaman küçük hayvanları gözlemliyorum. Küçük hayvanlardan ne öğrenebiliriz? Bakterilere, kurtçuklara, denizanalarına, böceklere ve kertenkelelere bakıp, onların hareketlerini ve malzemelerini inceliyorum. Ama doğayı aynen kopyalama değil, doğadaki hayvanların çalışma prensiplerini anlayıp, bu çalışma prensiplerinden esinlenen yeni robotlar geliştiriyoruz.
Mesela hangi hayvandan, ne öğrendiniz?
Duvara tırmanan kertenkeleye bakalım. Bunların duvarlara yapışmasını sağlayanın aslında ayaklarındaki çok küçük, ince tüyler olduğunu keşfettik. Bu tüylerin üzerinde kimyasal bir sıvı yok ve her yüzeye binlerce defa güçlü olarak yapışıp kolayca ayrılabiliyorlar. Bu tüyleri sentetik olarak geliştirdik, Setex adında yeni bir yapıştırıcı ürünü haline getirdik. Bu yeni yapıştırıcı malzeme çok değişik alanlarda yeni bir ileri teknoloji malzemesi olarak günlük hayatımıza girecek…
Bu sentetik tüyleri hangi malzemeden ürettiniz?
Elastik polimer malzemelerden ürettik. Neredeyse her yüzeye yapışabiliyorlar. Tıpkı ilham aldığımız kertenkele gibi.
Peki hastalıkların tedavisinde kullanılacak robotta yine bir hayvandan mı esinlendiniz?
Yumuşak hayvanlara; kurtçuklara, denizanalarına, bakterilere ve spermlere bakıyoruz detaylı olarak. Bunların karmaşık yüzey ve sıvılarda ve küçük dar alanlardaki hareketlerinden yeni birçok şey öğreniyoruz. Çünkü insan içinde hareket etmek için karmaşık yüzey ve sıvılarda ve dar alanlarda hareket edebilmek gerekiyor. İşte bu hareket yöntemlerini hayvanlardan öğreniyoruz.
CERRAHIN YERİNİ ALMAYACAK!
Hepimizin şöyle bir kaygısı var: Robotlar işimizi elimizden alacak, doktor bile doktorluk yapamayacak… Uzmanına soralım, bu robotlar bizim kadar sizi de korkutuyor mu?
Her teknolojiyi, kullanıcının niyetine göre zarar verici şekilde kullanmak mümkün. Ama bizim düşünmemiz gereken, bilim insanı olarak teknolojileri nasıl iyiye kullanabileceğimiz. Çok küçük bir robotu tıbbi olarak çok iyi bir iş için kullanırken, aynı robotu niyetiniz kötüyse farklı da kullanabilirsiniz. Yaklaşım olarak bizim amacımız insanlığa faydalı olmak. Robotların insanların işini alacağı endişesini ortadan kaldırmak gerekiyor; bu doğru iletişimle olacak. Ben bir bilimsel kongrede bunu sunduğumda bir cerrah, “Bizim işimizi elimizden mi alacaksınız?” diye sordu. Mümkün değil dedim, hedefimiz bu değil. Bu robotlar cerrahın yardımcısı olacak. Hem bilimsel olarak, hem de sosyal olarak bunu insanlara anlatmamız gerekiyor.
Çok bilim-kurgu izler misiniz?
Çok severim, hayal kurdurur, o hayallerin bir gün gerçeğe dönüştüğünü görürsünüz. Son 15-20 yıllık filmlere baktığımızda detaylı şekilde bilim insanlarından çok bilgi aldıklarını görürsünüz. Bizim gelecek hayallerimizi gerçekmiş gibi gösteriyorlar filmlerinde ve sonra biz de dahil herkese ilham kaynağı oluyorlar.
BİLİM ARAŞTIRMASI İÇİN YETERLİ OLANAK YOK
Bugünlerde en çok konuşulan meselelerden biri dışarıya beyin göçü. Bunu neden yaşıyoruz?
Şunu düşünmek lazım: Niye dışarı giden insanlarımızdan dönenler görece az? Demek ki, şu an hala Türkiye’de çok ileri düzeyde bilim araştırması yapmak isteyen insanlara verilen olanaklar yurt dışındaki kadar yeterli değil. Demek ki ABD, Avrupa, Japonya’daki bilimsel araştırma olanaklarına ve altyapısına, bilimsel özgürlüğe, finansal açıdan verilen destek düzeyine ulaşmamız lazım. Türkiye’de bunu yapabilen çok iyi sayılı üniversitelerimiz var. Bu üniversite sayısını ne kadar arttırabiliriz? Dışarıda olan beyinlerin çoğunu geri getirmek için yapabileceğimiz çok şeyler var. Samimi niyet varsa, üzerine konuşulup birçok yaratıcı çözüm üretilebilir.
Tersine beyin göçünü hızlandırmak için araştırmacılara 1 milyon TL’lik başlangıç ödeneği ve aylık 24 bin TL burs verilecek. Sizce bu yeterli mi?
Bu güzel bir girişim tabii ki. Bu girişim tek başına yeterli olur mu, buna bakmak lazım. Süreklilik önemli. Bir teşvikte bulunurken bunun devamının gelmesi gerekiyor.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR
Paylaş