Güncelleme Tarihi:
6 Şubat 2023 gecesi saat 04.17’de Kahramanmaraş’ta Pazarcık merkezli 7.8 büyüklüğündeki deprem meydana geldi. Sabah saatlerinde henüz yıkımın boyutu bile tam anlamıyla anlaşılamamışken 7.5 büyüklüğündeki Elbistan merkezli ikinci deprem yaşandı.
Kahramanmaraş’ta ardı ardına gerçekleşen iki büyük deprem 11 ilde (Kahramanmaraş, Hatay, Şanlıurfa, Adıyaman, Osmaniye, Adana, Gaziantep, Malatya, Diyarbakır, Kilis, Elâzığ) büyük yıkımlara yol açtı. Türkiye ilk andan itibaren tek yürek haline gelirken, enkazdan çıkarılan her can bir umut ışığı oldu.
Bugün o tarifsiz acının üzerinden tam bir sene geçti ama izleri hâlâ ilk günkü gibi taze… Sevdiklerini kaybedip hayata tutunmaya çalışanlar, yaşadığı şehri terk etmek zorunda kalanlar, evini, işini kaybedenler, kendilerine sıfırdan yeni bir hayat inşa etmeye çalışanlar depremin hem maddi hem de manevi etkileriyle yaşamaya devam ediyor.
* * * * *
İSTANBUL DEPREMİ SEBEBİYLE ANTAKYA’YA TAŞINMIŞTI
Depremin etkilerinden kurtulmaya çalışan isimlerden biri Osman Y. Deprem sırasında ailesi ile Hatay’da olan Osman Y. hem yaşadıklarını hem de çıkardığı dersleri anlattı:
“Yaşadıklarımızı, gördüklerimizi ve hissettiklerimizi anlatmak için kelimeler, cümleler yetersiz kalır belki ama bundan sonrası için yeni umutlara vesile olması ve bir daha böyle acıların yaşanmaması dileğiyle ailecek geçirdiğimiz sürece dair bazı anekdotlar vermek istiyorum.
İstanbul Avcılar’da yaşarken ev sahibinin kirayı fahiş seviyede artırması, oturduğumuz binanın 1999 Depremi'ni görmesi ve beklenen İstanbul depremi gibi etkenler bizi şehirden taşınma kararı almaya itmişti. Çalışmakta olduğum kurumun uzaktan çalışma modeline geçmesiyle elimizdeki küçük birikimi ve kredi imkanlarını değerlendirerek memleketimiz Antakya’da içimize sinen bir ev satın almış ve kendimizi depremden kurtardığımızı düşünmüştük. Ancak durum hiç de öyle olmadı. Depremden sadece beş ay önce taşındık yeni evimize. Tam 'Düzenimizi oturttuk' dediğimizde ise maalesef asrın felaketi olarak nitelendirilen 6 Şubat depremini yaşadık.
Tam üç gün sonra kendimize geldiğimizde 04.17’de gerçekleştiğini öğrendiğimiz deprem, öylesine uzun sürmüştü ki kurtuluşumuzun olmayacağını düşünmeye başlamıştık. Deprem esnasında ben ve eşim üç yaşındaki kızımızı yanımıza alıp yatağın yanında başımızı koruyarak cenin pozisyonu aldık. Deprem şiddetini artırırken 30’uncu saniyede koskoca dolap, arkasındaki duvarla birlikte yatağımızın üzerine düştü. Yatağın yanında cenin pozisyonunda bulunduğumuz için bize yaşam üçgeni oluşturmuş oldu. Deprem sona erdiğinde her zaman aynı yere koyduğum arabanın anahtarını alarak hızlıca arabamıza girdik ve kendimizi bina olmayan açık bir araziye attık. Binamız ayakta kaldığı ve evimizin bulunduğu bölgede hiçbir yapılaşma olmadığı için durumun vahametini ilk saatlerde anlayamadık ama ilerleyen dakikalar bize olayın ne boyutlarda olduğunu anlatmaya yetti. GSM operatörlerinde yaşanan kesintiler nedeniyle kısıtlı da olsa ulaşabildiğimiz yakınlarımız, çevredeki yıkımın boyutlarını bize anlattı. Pek çok binanın sarsıntının ilk saniyelerinde yerle bir olduğunu ve çok sayıda insanın enkaz altında kaldığını aktardıklarında endişelerimiz giderek artmaya başladı. Bununla birlikte kovadan boşalırcasına yağmur yağarken sık sık artçı depremler de olmaya devam ediyordu. Günün ışımasıyla birlikte aracımıza yakıt alma ümidiyle hareket ettiğimizde yıkımın boyutunu gözlerimizle gördük.
YAŞADIKLARIMIZ BİZE FELAKETE KARŞI HER ZAMAN HAZIRLIKLI OLMAMIZ GEREKTİĞİNİ ÖĞRETTİ
Bu andan sonra yaşadıklarımız, bize deprem anında şu başlıkların neden önemli olduğunu bir kez daha acı bir şekilde hatırlattı:
Aracın deposunun dolu olmasının neden kritik olduğunu gördük. Depremi yaşandıktan sonra aracımız en büyük kalemiz oldu. Sırılsıklam olduğumuz ve soğuk havadan korunabileceğimiz bu kalede en büyük eksiğimiz ise maalesef yakıttı. Aracın içerisinde yakıt olmadığı için motoru sık sık kapatmak durumunda kaldık. Yakıt alabilmek için çevredeki akaryakıt istasyonlarına gittiğimizde ise sistem kilitlendiği için hiçbir şekilde yakıt alamadık. Olan yakıtı da benzin alabilmek için gezerken tüketmeye başladık. Oluşan enkazlar, yolların kırılması, depremzedelerin şehirden çıkmaya çalışması sebebiyle 10 dakikalık yolu 2 saat gibi sürelerde tamamlayabiliyorduk. Minimum seviyedeki yakıtımızla üç gün boyunca arabanın içerisinde bulabildiğimiz çok az gıdayı tüketerek yaşadık. Bu süreçte şehir dışından kurumum vasıtasıyla gönderilen yakıt sayesinde depremin üçüncü günü şehirden çıkabildik. Çünkü artık şehirde ne elektrik ne su ne de başımızı sokabileceğimiz bir çatımız vardı. Tek çaremiz güvenli alanlara doğru ilerlemekti.
Nakit taşımanın önemini anladık. Şehirde elektrik ve internet altyapısı çöktüğü için haliyle kredi kartı da hiçbir işe yaramıyordu. Açık olan bakkal, market ve akaryakıt istasyonları, sadece nakit parası bulunanlara gıda, su ve yakıt satışı yapabiliyordu. O an cüzdanda neden nakit para bulunması gerektiğini anlamak için çok geçti ama devam eden hayatım için büyük bir ders oldu.
Eşyaları duvara sabitlemenin de işe yaramadığı durumlar olduğunu gördük. Bazı uzmanların önerdiği, eşyaları duvara sabitleme olayının, örme duvarlarda bir anlamı olmadığını anladık. Çünkü örme duvar, önündeki giysi dolabını da ivmelendirerek kendisiyle birlikte yatağımızın üstüne düşürmüştü. Bu işlem beton duvarlarda işe yarayabilir ama örme duvarlarda yaramadığını bizzat görmüş olduk.
Temkinli olmanın faydalarını deneyimledik. Bu tarz bir afette aracın kurtarıcılığı kadar aracın bakımlarının yapılmış olmasının da büyük bir öneme sahip olduğunu da deneyimlemiş olduk. Aracının bakımı yetersiz olan ve bakım sürecini ihmal eden yakınlarımız, yaşadıkları arızalar dolayısıyla maalesef araçlarını bırakıp başkalarının araçlarıyla yola çıkmak zorunda kaldı. Şehirden çıkarken de yol kenarındaki araçlarda benzer tabloları sık sık gözlemledik. Bu nedenle aracın lastiklerinin, aksamının bakımlarının zamanında yapılmasının çok kritik bir rol oynadığını anlamış olduk. Bunlara ilaveten araçta ertelenen ve önemsenmeyen bir arıza durumu varsa bunların da büyük sorunlara yol açtığını unutmamak gerekiyor.
Kötü insanların insafsızlığının yanında iyi insanların varlığını da hissettik. Depremin üçüncü günü çıkabildiğimiz yolda güzergahın üzerindeki tek dinlenme tesisine vardığımız zaman, fiyatların depremle birlikte neredeyse üç katına çıktığını gördük. Büyük bir afetin ardından belki de günlerce ağzına tek bir lokma koyamamış olan insanlara, fahiş fiyatlarla çorba satışı yapıldığını gözlerimizle gördük. Öte yandan bu afeti fırsata çeviren insanlar olduğu kadar, yollarda arabaları durdurup ücretsiz çorba dağıtımı yapan, erzak veren ve evlerini açan iyi insanların varlığını da hissettik.
Hayatta kaldığına sevinememek. Felaketin boyutu o kadar büyük ve şiddetliydi ki, enkaz bir şehir, poşetlere, battaniyelere sarılmış binlerce cenaze, yüzlerce kayıp insan ve günler geçmesine rağmen bir umut enkaz başında sevdiklerinin cansız bedenine ulaşmaya bile şükredecek insanların anısını, zihnimize, yüreğimize, ruhumuza bir anıt olarak yerleştirdi. Ve tam da o noktada tüm bu yaşananlar, tek bir cümlede özetlendi: ‘Hayatta kaldığına asla sevinememek.’
* * * * *
‘KIYAMET KOPTU VE BİZ ÖLÜYORUZ’ DEDİM
Depremde iki çocukları ile Antakya’daki evlerinden kaçmayı başarabilen Okan-Yasemin B. çifti, hâlâ yaşadıklarının gerçekliğini sorguluyor. “En korkutucu korku filmlerinden bile daha korkunçtu” diyen çift, yaşadıklarını şöyle anlattı:
Y.B.: 6 Şubat 2023 tarihine kadar Antakya, Kuzeytepe’de yaşıyorduk. 6 Şubat’a kadar hayatımız çok güzeldi; havuzlu, spor salonlu iyi bir sitede oturuyorduk. O gece saat 04.17’de hafif bir sarsıntı ile uyandık. Ben küçük kızımızı eşim de oğlumuzu aldı. Eşim hemen evden çıkmamız gerektiğini söyledi. O zaman dört yaşında olan kızım battaniyesi ile kucağımdaydı. Ama ben merdivenlerin tehlikeli olacağını düşündüm. Eşim ısrarla evden çıkmamız gerektiğini söyleyerek beni kapıya doğru yönlendirdi. Derken sarsıntı aşırı şiddetlendi. Tam merdiven boşluğunda kızım kucağımda kaçmaya çalışırken sarsıntı o kadar şiddetlendi ki ben sırt üstü yere düştüm. O anda da elektrikler gitti. Her yer kapkaranlıktı ve inanılmaz bir gürültü vardı. O gürültünün, yerden gelen sesin tarifi mümkün değil. Eşim ile oğluma seslendim, cevap gelmedi. Onlardan ses alamayınca ve sarsıntı giderek artınca 'Herhalde kıyamet koptu, demek böyle bir şeymiş' dedim. Başıma bir şeyler dökülmeye başladı. Kızımı altıma aldım, herhangi bir şeyde belki koruyabilirim diye üzerine kapandım ve teslim oldum. Çünkü gerçekten öleceğimizi düşündüm. 'Kıyamet koptu ve biz ölüyoruz' dedim. Birkaç saniye sonra jeneratör çalıştı. Jeneratör devreye girince eşim, 'Hiçbir şey bitmedi, kalk yerden' diye bağırdı. O sırada hâlâ sarsılıyorduk, ayağa kalkmak, ayakta durmak imkânsız gibiydi. O an çocuklarımızı kurtarma gücüyle ayağa kalktık ve çıplak ayaklarla iki kat aşağıya indik.
O.B.: O gece annem de bizdeydi ve sarsıntı sırasında üstüne ayakkabılık devrildi. Bir yandan ayakkabılığı kaldırmaya çalışırken bir taraftan da gözüme arabanın anahtarı çarptı. Hemen arabanın anahtarını aldım ama evin anahtarını almak aklıma gelmedi.
Y.B.: Evimiz doğalgazlı ve sıcak olduğu için haliyle ince kıyafetler vardı üzerimizde. İnce kıyafetler ve çıplak ayak dışarı çıktık, çorabımız bile yoktu ama hava buz gibiydi. Kayınvalidem de o telaşla çıkarken kapıyı kapatmış. Biz binadan çıktığımızda henüz kimse çıkmamıştı, depremin durmasını bekliyorlardı. Aslında biz ikinci katta oturduğumuz için risk aldık ama o merdiven boşluklarında çok arkadaşımızı, onların evlatlarını kaybettik. Biz şanslıydık çünkü en azından binamız bizi öldürmedi. Eşim sarsıntı devam ederken otoparkın kapısını açtı ve arabaya yöneldi.
O.B.: Otopark aslında kumanda ile açılıyor ama ben fizik öğretmeniyim biraz anlarım bu işlerden, kapının manuel açılabileceğini biliyordum. Kapıyı açtım, arabaya nasıl gittim, çalıştırdım ve çıkış yaptım bilmiyorum. Beni gören komşularımız cesaretlenip arabalarını almaya başladılar.
ZİFİRİ KARANLIK, SADECE YANGINLAR VE DUMANLAR GÖRÜLÜYORDU
Y.B.: Oturduğumuz sitenin etrafında yerleşim yoktu, sadece dört bloklu bir siteydi. Etrafı zeytin ağaçları ve buğday tarlalarıyla çevriliydi. Tüm site sakinleri olarak araçlarımızı o tarlaların kenarına çektik. Çok üşüyorduk, arabada da yakıt az olduğu için sürekli çalıştıramıyorduk. Dışarıda inanılmaz bir yağmur vardı. Sitede yaşayan bir aile, aynı bizim gibi çıplak ayakları ve incecik kıyafetler ile dışarıdalardı, küçük çocukları vardı ve araçlarının anahtarını düşürmüşlerdi. Arabaya aldık haliyle. Sadece onlarda telefon vardı, her yer çok karanlıktı, sadece yangınları ve dumanları görüyorduk. Arabanın içindeyken de sürekli sallanıyorduk, sallantı hiç durmuyordu sanki.
ÖĞRENCİM ‘GÖÇÜK ALTINDAYIZ YARDIM EDİN’ MESAJI ATMIŞTI, KAYBETTİK
O.B.: Telefonlarımızı evde unutmuşuz, aynı zamanda kedilerimiz de evdeydi. Yakınlarımız bizi aramışlar tabii ulaşamamışlar. Annem bizdeydi, babam ise Kırıkhan’da tek başınaydı. Bir şekilde birbirimize ulaştık, yanımıza geleceğini söyledi.
Benim bir öğrencim 04.20’de bana 'Hocam göçük altındayız yardım edin”' diye mesaj atmış. Evi de bize çok yakındı. Ama ben telefonumu evden alamadığım için mesajı 16.40’ta gördüm. Artık iş işten geçmişti, kaybettik onları. Telefonum yanımda olmadığı için onlara yardım edemedim.
Y.B.: Gün ağarınca komşularımızın ayaklarındaki terlikleri alıp binaya girmeye çalıştık. Girmeye çalıştığımız bina artık o yaşadığımız yer değildi. Duvarlar merdivenlerin üzerinde, her yer toz bulutu… Korka korka binaya girmeye çalıştık. Kapımız kapalı, anahtarımız yok. Bir şişe bulduk, komşumuzun kapısı açıktı oradan da bıçak aldık ve kapımızı açmaya çalıştık. O sırada yine inanılmaz bir şekilde sallanmaya başladık. Yine kaçtık, bu kez kaçarken eşim merdivenlerden düştü. Dışarı çıktık ve Kırıkhan’a gitmeye çalıştık.
İKİNCİ BÜYÜK DEPREM OLDU, DAĞLARIN ÜZERİMİZE YÜRÜDÜĞÜNÜ GÖRDÜK
O.B.: Benim arabam babamda, onunki de bendeydi. Babam yola çıkmış ama yollara hep taşlar düştüğü için bir taş lastiği yarmış. Bu sebeple yanımıza gelememiş. Biz babamdan haber alamayınca Kırıkhan’a gitmeye karar verdik ve durumun ciddiyetini yola çıkınca anladık. İnanılmaz bir trafik, izdiham vardı. Her taraf yıkılmıştı. Bütün Antakya yoldaydı, herkes kan revan içinde yardım için arabaların önüne atlıyordu. Kimileri cesetleri battaniyelere sarmıştı. Arabaların önüne atlayıp 'Bizi de götürün' diye bağıran ağlayan insanları unutamıyoruz. Çocuklarımız da maalesef tüm bunlara şahit oldu. Yakıtımız bitti, benzin istasyonları tam bir kaostu. Herkes yakıt için kavga ediyordu, üstelik kartla da ödeme yapılamıyordu. Allah'tan annem ve babamın yanında nakit vardı. Yakıt aldık ama sadece 200 TL’lik alabildik, zaten daha fazla vermiyorlardı. Benzin istasyonundan çıkarken ikinci büyük deprem oldu. Dağların üzerimize yürüdüğünü gördük, öyle büyük bir depremdi…
ÇORBAYI AĞLAYA AĞLAYA ALDIM
O gece Kırıkhan’da boş bir arazide hepimiz aynı arabanın içinde yattık. Tabii bu arada çocuklar acıktı, yemek, ekmek istiyorlardı. Sabah yiyecek bir şeyler bulmak için dışarı çıktım. Hayırseverin biri çorba dağıtıyordu, ben çorba sırasında beklerken göçük altında kalan insanların yardım çığlıklarını duyuyordum. Ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. O çorbaları ağlaya ağlaya aldım. İki bardak çorba alabildim. Bir tanesini önümüzde duran arabaya götürdüm. Çünkü onlar arabadan hiç inmediler. Meğer arabada engelli bir çocuk varmış, annesi ile oturuyordu. Çorbayı verdim çok sevindiler. Biz de bir bardak çorbayı dört kişi paylaştık. Ama ekmek yoktu, çocuklarım benden ekmek istemişlerdi ama götüremedim.
Bir kardeşim Adana diğeri Mersin’de yaşıyor. Bizi yanlarına çağırıyorlardı ama yaşadığımız şeyin farkında bile değillerdi. Birkaç gün Kırıkhan’da kaldıktan ve yeterli yakıt bulabildikten sonra evimize döndük ve kedilerimizi oradan çıkardık.
BOMBA PATLAMIŞ GİBİYDİ, BİR ŞEHİR YOK OLDU
Y.B.: Kedileri almaya gittiğimizde binanın ve evimizin hali inanılmazdı. Bomba patlamış gibiydi. Duvarlar yatakların üzerindeydi. O manzarayı görünce 'İyi ki yatağın yanına çöküp beklememişiz' dedim. Çünkü çocukların odasının kapısı bile açılmıyordu, dolaplar devrilmiş oda yerle bir olmuştu. Çocuklara ve kendimize eşya almaya çalıştık ama alamadık. Yaşadıklarımız bize gerçek gibi gelmiyordu, bir kâbusun içinde gibiydik. Deprem gördük ama bir şehrin yok olduğunu ilk kez görüyorduk. Bir arabanın yarısının yolun içinde kaldığını bile gördük. En korkunç korku filminden bile korkunç bir şeydi. En kötüsü de elden bir şey gelmemesi. Üç gün falan su içmedik, çocuklara bıraktık. İki gün bisküvi ile besledim çocuklarımı. En yakınımızdaki insanlar bile bizim yaşadığımız şeyin boyutunu anlayamadılar. 'Dershanemiz, evimiz yıkıldı' dediğimizde şaka yapıyoruz sandılar. Antakya’dan ancak üçüncü gün çıkabildik. Aslında çıkmak istemiyorduk ama çocuklar korkudan asla uyuyamıyordu. Gidecek kimsemiz, yiyecek hiçbir şeyimiz yoktu.
ADANA’DA İKİ HAFTA SOKAKTA YAŞADIK, SICAK EKMEK ALABİLDİĞİMİZDE AĞLADIK
O.B.: Tüm bunlar olurken ilk günler aklıma hiç iş yerim gelmedi. Dört katlı dershanem vardı ve kasada 35 bin TL para vardı. Ayrıca dershanede bir sürü malzeme de vardı; peçeteler, tuvalet kağıtları, el sabunu vs. doluydu. Üçüncü gün Antakya’dan çıktık ve Adana’ya kardeşimin yanına geldik. Kardeşimin evi yıkılmamıştı ama herkes çok korkuyordu ve sokaklarda kalıyorlardı. Biz de bırakın binaya girmek yanlarından bile geçemiyorduk. Bu yüzden hep beraber arabalarda kaldık. Ama orada daha iyi bir ortam vardı çünkü yıkım yoktu. Gece arabalarda kalıyorduk, gündüz insanlar evlerine girebildiği için yiyecek bulunabiliyordu. Mesela her gün birisi arabalarda kalanlara dürüm yaptırıyordu, bir tanesi kasa ile portakal alıyordu, ertesi gün bir başkası tavuk döner yaptırıp dağıtıyordu, bir başka gün kardeşim balık ekmek yapıp dağıttı. Çocuklarım benden ekmek istediğinde alamadım, bulamadım. Haftalar sonra Adana’da sıcak ekmek alabildiğimizde ağladık. Tam iki hafta boyunca bu şekilde yaşadık. İki haftanın sonunda kardeşimin evine çıktık ama evde kalmak çok zordu. Çocuklar uyuyordu ama eşimle ben nöbetleşe yatıyorduk; iki saat eşim iki saat ben uyuyarak sabahı ediyorduk.
BEN HAYATIMDA BÖYLE GÜZEL BİR UYKU UYUMADIM
Eve çıktıktan iki gün sonra 6.4 büyüklüğünde deprem oldu. Yine bir hışımla evden çıktık, bir hafta daha arabada yattık. Sokakta kalırken Samandağlı bir aile ile tanıştık, oğulları da belediyede çalışıyormuş. Bir gün beni aradı ve kalacak bir yer olduğunu, isteyip istemeyeceğimizi sordu. Tek katlı yeni yapılmış, galeri olarak kullanılan bir dükkânı bizim için yaşanabilir hale getirebileceklerinden bahsetti. 'Banyosu ve mutfağı olacak, size her gün yemek gelecek' dedi. Biz o gün kardeşim ve ailesi de dahil olmak üzere hep beraber o dükkâna gittik, duş aldık ve uyuduk. Ben hayatımda böyle güzel bir uyku uyumadım. O kadar mutlu olduk ki… Biz deprem öncesinde gayet iyi durumda olan bir aileydik ama o dükkâna girdiğimizde yaşadığımız mutluluğu anlatamayız. Sadece yataklarla dolu bir oda ve soba olmasına ve hatta perde yerine camlara gazete kâğıdı yapıştırmamıza rağmen bizim için çok daha büyük bir anlamı vardı.
DERSHANEDE İÇİNDE 35 BİN TL OLAN KASAM ÇALINDI
Bu sırada ben de yavaş yavaş iş yerime gidip malzemelerimi kurtarmaya çalıştım. İlk gittiğimde alabildiğim evrakları aldım. Diğer gittiğimde klimaları sökmek istedim ama söküm parası için inanılmaz rakamlar istediler. Her bir klimanın tanesini 800 TL’ye söktürdüm. Ama kasayı açamadım ve kaldıramadım. Ertesi gün kasayı alabilmek için gittiğimde bir baktım ki çalınmış… Eşyaları kurtarmaya çalışma amacım satıp nakit para elde edebilmekti. Sırf biraz para kazanabilmek için ağır hasarlı binaya giriyordum. Ben kurtarabildiğim eşyaları alıyorum nakde çeviriyordum ki çocuklarımın ihtiyaçlarını karşılayabileyim. İple tek tek sıra indirip onları bile satıyordum. Zamanında tanesini 1000 TL’ye aldığım sırayı 150 TL’ye sattım.
Bu arada üzerimizdeki hiçbir şey bize ait değildi. İnanır mısınız deprem günü yolda bir çift çorap gördüm alıp ayağıma giydim. Aynı şekilde çocuklarımıza ait hiçbir şey yok. Onlar da her şeyin farkındalar. Ücretsiz çevrimiçi terapilerden seanslar aldık. Oğlum çok daha zorlandı, ataklar geçiriyordu. Arkadaşlarımız, dostlarımız bize maddi destekte bulundular. Bizi kırmamak için 'Çocukların isteklerini yaparsınız' diyerek gönderdiler. Okulların açılma dönemi gelince çocuklar için okul arayışımız başladı. Bir okulda gittik çok güzel karşılandık. Üstelik benim öğretmen olduğumu öğrendiklerinde iş görüşmesi de yaptık. Burada yönetici olarak işe başladım, aynı zamanda derslere de giriyordum. Bize resmen umut oldular.
DELİRMENİN EŞİĞİNDEYKEN ÜCRETSİZ ÖĞRETMENLİK YAPARAK İYİLEŞMEYE BAŞLADIM
Y.B.: Tam olarak bir karanlığın içindeydik. Her şeyimizi kaybettik, tutunacak bir dalımız yoktu. İnsanlar bize ev kiralamamızı söylüyordu ama onun için bile paramız yoktu. Eskiden veren el iken bir anda alan el olmak o kadar zor ki… Bu okul bize ışık oldu. Eşim işte, çocuklar okulda ben ise dükkânda tek başımaydım. Oturacak koltuk bile yoktu. Psikolojik olarak da iyi değildim. Delirmenin eşiğindeydim. Gidip 'Ben de burada bilgisayar öğretmeni olarak ücretsiz çalışabilir miyim?' diye teklifte bulundum. Bu şekilde derslere girdim ve burası da beni iyileştirdi.
O.B.: Dükkândan çıkma zamanımız gelmişti, ev bakıyorduk ama ateş pahasıydı. Az katlı bina da yoktu. Bir tane 1,5+1 büyüklüğünde bir ev bulduk. Sağlam olduğuna inandık, yeni bina diye tuttuk. Şu anda burada yaşıyoruz. Bir tane arabamız var. Eşim mutlu, çocuklarım çok mutlu ben de mutlu olmaya çalışıyorum. Adana’da hayat kurmaya çalışıyoruz. Önümüzü yine göremiyoruz ama her şey yoluna girecek. Aklımız, kalbimiz hala Antakya’da.
Y.B.: Burada yaşıyoruz ama kendimizi buraya ait hissetmiyoruz. Çünkü bir insanın isteyerek bir şehirden uzaklaşması farklı, bu şekilde gitmesi apayrı bir şey.
* * * * *
HER ŞEYİ HERKESİ UNUTURUM AMA KARŞILAŞTIĞIM MANZARAYI ÖLSEM DE UNUTAMAM
Annesini Kahramanmaraş’ta enkaz altından kurtaran, akrabalarını ise kaybeden doktor Mehmet Ş., depremden sonra emekliye ayrıldığını, hayattaki tek amacının ailesiyle vakit geçirmek olduğunu söyledi:
“O yolu nasıl gittim inanın asla hatırlamıyorum. Aklım, kalbim Maraş’ta, aileme ne olduğunu bilmeden geçirdiğim 24 saat benim için ölüm gibiydi. Yola çıktım çıkmasına ama Maraş’a ulaşabilmem çok uzun sürdü. Şehre girmek imkânsızdı. Yıkımın ayak sesleri daha şehre girmeden duyuluyordu. Bu hayatta her şeyi, herkesi unuturum ama o gün karşılaştığım manzarayı ölsem bile unutamam. Her yer yıkılmış, havada toz bulutu, insanlar çıplak ayaklarıyla yıkılan binaların yanındalar, enkazda kalan yakınlarına sesleniyor, onlara ulaşmaya çalışıyorlar. Şehrin içinde araba ile ilerlemek imkânsız gibiydi. Ben çok uzun süren saatlerin sonunda annemin yaşadığı yere ulaştım ama karşılaştığım şey yıkılmış bir evdi. 'Annemi kaybettim' dedim, 'Bitti, artık annem yok…' Tek başıma onu enkazdan çıkarmak için mücadeleye başladım ama böyle bir şey mümkün mü? Mucize gibi bir şey oldu, annem o enkazdan bakıcı ile sağ çıkarıldı. Depremin üçüncü günü akşam saat 21.05’te çıkardık onları enkazdan. Ben hayatımda böyle bir an yaşamadım. Annemi kucağıma aldım, küçücük bir çocuk gibiydi. O kadar korkmuş, üşümüş ki… Anlatırken bile kalbim ağrıyor. Annemi kucağıma alınca ekipler bana kızdı, vücudu zarar görmüş olabilir deyip hemen ambulansa koydular ve ilk muayeneleri yaptılar. Ama doktor olduğumu öğrenince beni de yanına aldılar. Şükürler olsun ki bakıcısının da durumu iyiydi. Annem ve bakıcı Ayşe ablayı Adana’ya hastaneye götürdük, ben onları bırakıp Maraş’a döndüm çünkü teyzemden ve kuzenlerimden hâlâ haber alamıyordum.
DÜNYADA HİÇBİR ŞEYİN ÖNEMİ YOKTU, SADECE İNSANDIK
İnanın teyzemin yaşadığı evi bulmakta çok zorlandım. Sokaklar tanınmaz halde, evler yıkık, ayakta kalan bina sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bu arada yanıma aldığım yiyecek ve battaniyeler aklıma geldi. Onları da yolda gördüğüm insanlara verdim. İyi ki akıl edip yanıma almışım. Bir şekilde teyzemin yaşadığı evi buldum ama bina yerinde değildi. Teyzem, iki kuzenim ve eniştem enkaz altındaydı. Enkaz altındakiler bir şekilde sosyal medyadan yer bildiriyor ya da sesleri çıktığınca kendilerini duyurmaya çalışıyorlardı. Ama benim ailemden hiçbir ses yoktu. Telefonlarına asla ulaşılamıyordu. İki gün boyunca evlerinin başında bekledim. Birkaç kere Adana’ya annemin yanına gittim, sonra hemen Maraş’a döndüm. Bir umut teyzemleri sağ kurtarmak için ekiplere yardım ettim. Duyduğum her sesi kuzenlerimin, teyzemin ya da eniştemin sandım. Onlara hâlâ ulaşamadığım için kahrolsam da enkazdan canlı kurtulan herkes için sevinç çığlıkları attım. Öyle anlar yaşandı ki dünyada sadece tek bir amacımız vardı: İnsanları sağ çıkarabilmek.
Kim olduğumuz, nereli olduğumuz, hayatta neyi savunduğumuz önemsizdi. Sadece insandık ve birbirimizin canı için mücadele ediyorduk. Depremin beşinci gününde cansız bedenlerine ulaştık. Acıdan uyuşmuş gibiydim. Aklım sürekli 'Bunu gerçekten yaşıyor muyum?' diye sorguluyordu. Ailemin cansız bedenleri bana teslim edilirken nasıl ayakta kaldım, onları nasıl alıp arabama koydum, bilmiyorum. Naaşları alıp Adana’ya geldim. Arabamda ailemin cansız bedenleri ile yolculuk yaptım, söylerken bile çok acı değil mi? Adana’da annemin kuzeni vardı, ben Maraş’tayken annemi yanlarına aldılar. Ayşe abla da Mersin’deki oğlunun yanına döndü. Ben de annemi alıp İstanbul’a döndüm. Günlerdir aynı kıyafetlerleydim, sadece birkaç yudum su içmiş, hiç uyumamış ve neredeyse hiçbir şey yememiştim. Çok sevdiğim dört insanı toprağa vermiştim, içim yanıyordu. Evime dönerken yine de şükrettim çünkü annem yanımdaydı.
BEN HAYATIMDA İLK KEZ ANNEME DOYDUM
Annemi yanımıza yerleştirdik. Tam bir hafta onun odasında yerde yattım. Yanından bir an bile ayrılamadım. Ben 62 yaşındayım annem 80 yaşında. Sanki annemin kıymetini bu zamana kadar hiç bilememişim gibi hissediyordum. Benim ve eşimle beraber sadece sekiz ay yaşayabildi. Dört ay önce annemi kaybettim. Ama ben hayatımda ilk defa anneme doydum. Onu sekiz ay boyunca evimde görmek, her sofraya beraber oturmak, ellerimle yemek yedirmek, onu gezmeye götürmek, saçlarını taramak bu hayatta hiç hissetmediğim duyguları hissetmeme sebep oldu. Annemle yaşadığım dolu dolu sekiz ay benim için bir ömre bedel. Bu deprem bunu anlamama neden oldu. Sevdiklerimi kaybettim, annemi kaybetmenin eşiğine geldim, insanların acılarına şahit oldum, tek yürek olma duygusunu iliklerime kadar hissettim, hiç tanımadığım insanlar için elimden geldiğince mücadele ettim. Ama en önemlisi sevdiklerimizle daha fazla vakit geçirmenin önemini anladım. Yoğun iş hayatım sebebiyle eşim ve çocuklarımı ihmal ettiğim zamanlar çoktu. Bu duygularla 'Artık yeter' deyip emekli oldum. Ne kadar yaşayacağımızın, hayatın bize ne getireceğinin garantisi yok. Şimdi hayattaki tek amacım sevdiklerime sarılmak, son ana kadar onları doyasıya yaşamak.”