Görür görmez şıp diye tanıyanlar

29 Temmuz 2005 Cuma gecesi, Konya-Karaman anayoluna çıkmakta olan otomobilin önünü kesen arabaya koşulmuş atla ilgili haberi hatırlıyor musunuz?

Hani, otomobildeki genç Gürcü bayan, erkek arkadaşlarından birini öldüren, diğerini kaçarken sırtından vuranları tarif edememişti de, far ışığında gördüğü halde ‘Atın rengini net olarak hatırlıyorum. Nerede görsem tanırım, adamlar da pis kokuyordu’ deyince, pek çok at arabasının bulunduğu Yeni Mahalle, Tatlıcak Mahallesi, Sedirler Caddesi ve Aslım Çöplüğü civarındaki evlere operasyon yapılmış, eşkale uyan beş at ve araba bulunmuştu. Polis, olay yerindeki bir çift arkasına basılmış, sivri burunlu erkek ayakkabısını, bu beş evden birinin kapısını açan hanıma göstermiş, ‘A, eşimin ayakkabıları. Nereden buldunuz?’ demesi üzerine, 48 saat içinde, biri hırsızlıktan, diğeri yağma, yol kesme, adam kaldırma, cebren ırza geçme suçlarından sabıkalı iki arkadaşı tutuklamıştı. Konya Emniyeti’nin elindeki deliller, elbette sadece alnı beyaz lekeli atla, burnu sivri ayakkabıları tanıyanların görgü tanıklığı değildi. Ama bu bilgiler sayesinde soruşturmayı doğru yönlendirebildiler ve failleri yakalayabildiler. Suçluyu görünce hatırlayanlar çok olur da, at hatırlayanına daha önce hiç rastlamamıştım. Neyse, anlatmak istediğim, ‘görünce şıp diye tanıyanlar’ değil, ‘şıp diye tanıdığını zannedenler’ ve bunun yol açtıkları hakkında.

İNSAN YÜZÜNÜ HATIRLAMAK

Kendilerine saldıran at arabacılarını değil de, atı tanıyan genç kadını hatırlamamış olabilirsiniz ama, 5 Ocak 2005 akşamı İstanbul, Okmeydanı’nda bıçak tehdidiyle tecavüze uğradığı söylenen hemşirenin, kibrit ışığında gördüğü saldırganın robot resmini çizdirebildiği, sokaklarda yatıp kalkan bir berduşun da, bu resme benzerlik nedeniyle tutuklandığı haberlerini belki unutmamışsınızdır. Alınan sperm ve kan örneklerinin DNA analizleri, hemşirenin üzerindekileri tutmayınca, üç güne kalmadan ‘pardon’ denmişti.

Ünlü işadamını Eyüp Sultan Mezarlığı’nda öldürmekten tutuklanan küçük çocuğun da şanssızlığı, görgü tanıklarının onu işaret etmesiydi. Küçüğün suçu kabullendiği ve akıl hastası olduğu bile söylendi. Neyse ki kısa zamanda katil olmadığı ortaya çıktı, ona da ‘pardon’ dendi, okuluna döndü ve sınıfını takdirname ile geçti.

KÜÇÜK BİR DENEY

Polis, savcı ve psikologların çoğunlukta olduğu, ‘ceza ve hukuk davalarında bilimsel deliller’ adlı lisansüstü dersimde, görgü tanıklığına hangi koşullarda güvenilebileceğine bir örnek olarak, her yıl şu basit deneyi yaparım. Bambaşka bir konu hakkında konuşurken, derslik kapısı açılır ve içeriye Adli Tıp Enstitüsü çalışanlarından biri girer, yanımdaki masanın üzerinden bir kitap alıp, bana bir kağıt verir, sandalye üzerindeki çantayı alır. Bu arada ben konuşmamı kesmem, o da hiç sesini çıkartmaz ve girdiği yoldan aynen dışarı çıkar. 15 dakika sonra öğrencilerime, ders sırasında olağandışı bir durumu fark edip etmediklerini sorarım. Hemen her zaman, öğrencilerin sadece bir bölümü içeriye birisinin girdiğini hatırlar. Bir kağıda, birbirleriyle konuşmadan, gördükleri kişiyi tarif etmelerini isterim. İnanın, hiçbiri tam olarak tarif edemez. Hatta etekli olana pantolonlu, sarışın olana esmer diyen bile olur.

BAŞKA ŞEYLER HATIRLAMAK

Tabii bir de başka başka şeyleri görüp, unutmayanlar var. Örneğin mağdur, emniyette talimatla pantolonları indirilen 4 şüpheliden birini, ‘Saldırganın cinsel organı küçüktü. O kişi bu kişi’ diyerek teşhis etmişti. Tutuklanan kişi, DNA testi yapılıp, o olmadığı anlaşılıncaya kadar, tam 82 gün cezaevinde kalmıştı.

İnsanların görgü tanıklığına dayalı olarak haksız yere suçlanması, bir süre sonra hata yapıldığının anlaşılması kabul edilemez. Kişinin üzerinde oluşturulan yıkımın telafisi nasıl mümkün olabilir? Neyse ki, yukarıdaki örneklerde, hatadan hızla dönülmüştür. Ya haksız yere on yıllarını cezaevlerinde geçirenlere ne demeli? İşte size ders alınması gereken birkaç olay.

OLAY 1

Cezaevinden, 18 yıl boyunca korunan kıl sayesinde çıkabildi

29 Temmuz 1985 günü Steven Avery, önce ailesiyle birlikte alışverişe çıktı, sonra babasının inşaatında çalıştı, akşama kadar da ailesi ve 5 çocuğu ile kentin değişik yerlerinde dolaştı.

Aynı gün akşamüstü, sahilde genç bir kadın acımasızca dövüldü, ırzına geçildi, neredeyse ölüyordu. Muayenesinde sperm bulunamadı. Tırnakları arasından doku alındı, cinsel organı üzerinde bir erkek kılı görüldü. O tarihte teknik olanaksızlıklar nedeniyle doku ve kılda bir araştırma yapılamadı, ancak delil olarak muhafaza edildi. Tedavi edildikten sonra polis kadına birçok fotoğraf gösterdi ve aralarında saldırganın bulunup bulunmadığını sordu. Kadın birini teşhis etti. Bu Steven Avery’ydi.

Tutuklanan Avery’nin üzerinde bulunan bir saç telinin mikroskop ile yapılan incelemesinde -o tarihte daha DNA analizleri yoktu - saldırıya uğrayan kadına ait olduğu bildirildi. 16 kişi o gün Steven ile birlikte olduğuna ve saldırgan olamayacağına dair tanıklık ettiyse de Avery 1986 Mayıs’ında, bir tek tanık ve tam yapılamamış bir saç teli analizi ile 32 yıla mahkum oldu.

Israrla sürdürdüğü talebi üzerine, 10 yıl sonra, mağdurun tırnakları arasında bulunan dokudan DNA analizi yapıldı. Başka birine ait DNA özellikleri saptandı. Ancak bu veri davanın yeniden görülmesi için yeterli bulunmadı.

2003 yılında, kadının üzerindeki kılın DNA analizi yapıldı. Avery’ye ait olmadığı anlaşıldı. Ulusal DNA veribankası tarandı ve ırza geçme suçları nedeniyle 60 yıllık mahkumiyetini çekmekte olan Gregory Allen adlı bir kişiye ait olduğu ortaya çıktı.

11 Eylül 2003 günü, Steven Avery, 18 yılını geçirdiği Stanley Cezaevi’nden özgür bir insan olarak çıktı. Saldırıya uğrayan kadının üzerindeki kıl 18 yıl muhafaza edilmemiş olsaydı, 14 yıl daha yatacaktı.

OLAY 2

Aleyhine üretilen delille 20 yıl yattı

Temmuz 1982’de genç bir kadın, işten eve döndü, yatak odasına girdi, elbise dolabından dışarı fırlayan birinin saldırısına uğradı. Dövüldü ve ırzına geçildi. Saldırgan kaçtıktan hemen sonra kadının eşi eve geldi, polise haber verdi. Yatak odasında bir pantolon, pipo, dairenin anahtarına benzer bir anahtar, çarşaf üzerinde bir leke bulundu. Kadın, adamın zenci, çok koyu tenli ve kısa saçlı birisi olduğunu hatırladı, hastaneye götürüldü, muayene edildi, üzerinden deliller toplandı.

Kadın ve üç komşusu kendilerine gösterilen fotoğraflar arasından Bernard Webster adlı bir zenciyi teşhis ettiler. Webster, üç başka zenci arasına yerleştirilerek kadınlara gösterildi. Yine tanıdılar. Webster tutuklandı, henüz 18 yaşındaydı.

1982 yılında DNA analizi henüz bilinmiyor, kan grupları araştırılıyordu. Kadının kan grubu ‘B’, kocanın ‘O’, Webster’inki ‘A’ydı. Baltimor polis kriminal laboratuvarı uzmanı Concepcion Bacasnot, çarşaf üzerindeki lekede ‘A’ ve ‘B’ antijenleri buldu ve bunu kadın ile Webster’ın vücut sıvılarının bir karışımı olarak yorumladı. Lekenin, AB grubu bir erkeğe ait olabileceğinden ise hiç söz etmedi.

Mahkeme Webster’in suçu işlediğine karar verdi ve 30 yıla mahkum etti. Yıllar boyunca Webster suçsuz olduğunu tekrarladı, DNA analizi istedi.

2001 yılında mağdurun muayene edildiği hastanede muhafaza edilen 3 adet vajinal yayma preparatında DNA analizi yapılmasına karar verildi.

Örneklerde ne kadının, ne de Webster’ın DNA’sı vardı. Maryland Eyaleti DNA bankası tarandı ve gerçek saldırganın Darren Powell olduğu anlaşıldı.

2004 başında Baltimor polisi, lekeyi inceleyen uzmanın başkaca hataları olabileceğinden hareketle, imzası bulunan 480 rapora ait bütün örneklerde DNA analizi yapmaya başladı.

OLAY 3

Yaptım diyerek suçu üstlenenler olabilir

‘Gördüm’ ya da ‘yaptım’ diyen çok olur. Önemli olan bunları bilimsel delillerle desteklemektir.

10 Ekim 1994’te, Selimiye Camii yanındaki Zehrimar Mezarlığı’nda, tecavüz edilmiş ve iple boğularak öldürülmüş olarak bulunan üniversite araştırma görevlisi ile ilgili cinayet davası, bu duruma iyi bir örnektir.

Hırsızlık ve teşhircilikten sabıkalı cinayet zanlısı marangoz, suçun tüm ayrıntılarını anlatınca, başkaca bir delil aranmaksızın ömür boyu hapse mahkum edilmişti. Yıllar sonra otopsi sırasında alınan ve saldırganın sperm hücrelerini içeren örneklerin, Edirne Tıp Fakültesi’nde korunduğu anlaşıldı. DNA analizi yapıldı ve spermlerin marangoza ait olmadığı ortaya çıktı. Halbuki bu inceleme, çok daha önce yapılabilirdi. Böylelikle ne marangoz yıllarca cezaevinde kalmış olur ne de ölenin DNA profilini belirlemek amacıyla, Hacıumur Kabristanı’ndaki mezarı 10 yıl sonra açılarak kemik ve diş örnekleri alınırdı.

Ayrıca olayda birden fazla saldırgan olabilirdi. Bilimsel delillerle bu çok önemli konuya cevap aramak da mümkündü.

Tanıklığa güvenmek için ne yapmalı?

Tanıklığın değeri tartışılamaz. Unutmamak gerekir ki, İncil’de Hz. İsa’nın nasıl geldiğini, neler yaptığını anlatanlar, görgü tanıklarının tanıklıklarına dayanmışlardır.

Kimi zaman işlenen bir suçla ilgili olarak da, elde sadece bir ya da birkaç tanık bulunur. Bu durumda önemli olan, soruşturmayı yürütenlerin tanıklığa hangi koşullarda ve ne dereceye kadar güvenebileceğini bilmeleri ve güvenilir bir tanıklık için gerekli önlemleri almalarıdır.

Pek çok şey hatırlanır. Saldırganın silahı hangi eliyle tuttuğu, otomobilin rengi ya da konuşulanların içeriği gibi. Eksik ya da yanlış bir bilgi, sadece soruşturmayı yanlış yönlendirip vakit kaybettireceğinden, kanaatimce çok büyük zararlara yol açmaz.

Ama görgü tanıklığı ile kişilerin robot resimlerinin çizilmesi ve daha sonra fotoğraflar veya yanyana dizilmiş kişiler arasından teşhis edilmesi hatalı olduğunda, suçsuz bir kişiyi yıllarca hapsetmek mümkündür.

Teşhis, ‘gördüm’ diyenin kişisel özelliklerinden başlayarak, suçun niteliğine, saldırganın elinde silah bulunup bulunmadığına, gösterilen fotoğraf ya da kişilerin sayısına, aralarında gerçek failin bulunup bulunmadığına ve gösterilme süresi ve tekniğine varıncaya kadar sayısız parametreden etkilenir.

Kimi ülkelerde tanık ifadelerini almanın ya da fotoğraf ve yanyana sıralanmış kişiler arasından teşhisin artık standartları var. Çok sayıdaki bilimsel araştırmaya dayanan bu standartlara uyulmadığı takdirde, mahkemeler aktarılanlara itibar etmiyor.

Umarım en kısa zamanda ülkemizde de benzeri standartlar geliştirilir ve yurdun her köşesinde aynen uygulanır.
Yazarın Tüm Yazıları