Paylaş
“Korkuyorum” diyor, “Karanlıktan...”
“Hmmmmm” diyorum, “Ben de...”
“Nasıl yani?” diyor.
“Basbaya” diyorum, “Ben de karanlıktan korkuyorum!”
Şaşırıyor.
“Ama nasıl olur sen annesin...”
“Ne olmuş anneysem, sen 5, ben 40, hâlâ korkuyorum bir sürü şeyden” diyorum, “En çok karanlıkta elektrik düğmesine basmaktan... Sanki tüylü bir şey, elime dokunacakmış gibi...”
Aşkım, beni hemen koruyor!
“Anne öyle bir şey olmaz, o filmlerde olur ancak!” diyor, “Yaratıklar, canavarlar yok. Korkma...”
“Biliyorum ama elimde değil, merdivenlerden yukarı çıkarken de hep biri beni arkamdan takip ediyormuş gibi geliyor. Koşmaya başlıyorum. Ama lütfen bu, aramızda sır kalsın...” diyorum.
Böyle bir sırrımı onunla paylaşmam hoşuna gidiyor, gülüyor, “Bana da oluyor bazen” diyor, “O yüzden ben ‘Anneeee, babaaa’ diye yüksek sesle bağırıyorum.
Sen de korktuğunda şarkı söyle...”
“Tamam söylerim, iyi fikirmiş!” diyorum.
“Peki sen köpekbalıklarından ve timsahlardan da korkuyor musun?” diyor.
“Hem de çok!” diyorum, “Ama belli etmiyorum. Büyük olmanın numarası bu. Bir sürü şeyden korkuyorsun ama çaktırmıyorsun. Köpekbalıklarından ve timsahlardan kim korkmaz? Herkes korkar! Ama bir, bu sularda onlar yok; iki, onların olduğu yere hayatta gitmem. Gidersem de arabadan inmem...”
“Biliyor musun bir de ben yangından korkuyorum!” diyor.
“Biliyorum, biliyorum, okulda üç kere yangın tatbikatı yaptınız, ondan değil mi?” diyorum.
“Evet” diyor, “Koşmayacağız, sıraya gireceğiz. Ama o siren sesi beni rahatsız ediyor. O yüzden her yere girmeden soruyorum: Burada yangın olur mu? Yangın alarmı var mı?”
“Sizin okuldakiler de üç kere tatbikat yaparak durumu abartmışlar. Haklısın, ben de olsam korkardım. Ama bak, eğer ateşle oynamazsan, kibritlerden, mumlardan, çakmaklardan, ocaktan uzak durursan, hiçbir şey olmaz. Ses konusunda da yapabileceğimiz bir şey yok. Bir sürü ses var yeryüzünde. Ambulans sesi, polis arabası sesi, kuş sesi, müzik sesi, ayak sesi, gülme sesi, uçak sesi...”
“Tamam” diyor.
Burnunun üzerine bir öpücük konduruyorum, “Hadi getir şu davulunu, biraz davul çalalım, bakalım en fazla sesi kim çıkaracak...” diyorum.
*
Bu aralar konumuz:
Korkular.
Evimizin prensesi büyüdükçe, korkuları da büyüyor.
Gece beni çağırıyor - aslında uykum acayip ağır ama Alya’ nın kısık sesle “Anne!” demesi yetiyor- uçarak gidiyorum yanına, yatağının üzerinde onu ağlarken buluyorum.
“Siyah örümcekten korkar mısın anne?” diyor.
Nasıl fena oluyor içim, nasıl koruyacağım ben onu bütün bu timsahlardan, örümceklerden, aşağılık ve kötü kalpli insanlardan...
“Siyah örümcek mi dedin? Hem de nasıl!” diyorum, “Hayatımda görmedim, görmekten de istemem. Gördüysen kaçalım...”
O zaman gülüyor.
“Sizin yatağınıza gelebilir miyim?” diyor.
“Hadi gel bakalım” diyorum.
Bir de o yangın meselesi...
Her girdiği yerde, kırmızı yangın alarm kutularını arıyor, yangın tüplerini görünce gözleri fal taşı gibi açılıyor, ani sesler onu rahatsız ediyor.
İstanbul’da Feriha Dildar’ la konuştuk, Alya’yı görmeye bile gerek duymadı, önemsemedi, “Bu şehirde büyüseydi, bir sürü sese aşina olacaktı, daha steril ve sakin bir ortamda büyüyor, ondandır” dedi, “Mümkün olduğu kadar gürültülü oyunlar oynayın...”
Davul olayına da bunun üzerine girdik zaten.
*
Fakat aslında Alya’ya ve kimselere söyleyemediğim bir şey var.
Benim korkularım, kızımdan çok daha fazla.
Yaşım ilerledikçe de azalacağına artıyor.
Büyüdükçe, daha cesur görünüp daha korkak oluyorum!
Uçak korkum mesela, sevdiklerimi kaybetme korkum mesela, ölüm korkum mesela...
Aman Allah’ım had safhada...
Babamın ölümü de tetikledi birtakım şeyleri.
Bayramda, mezarına gitmek de iyi gelmedi.
Daha bir yıl olmadı...
O yüzden mezarı yapılmadı...
Toprak bir yatakta, toprak bir battaniyenin altında uyuyor...
Hani biraz üşümüş, bedeni daha da ufalmış...
Dokunsan, toprak battaniyenin altında çıkacakmış gibi...
O tümsek babam değil biliyorum ama elimde değil...
O görüntü de mesela gözümün önünden gitmiyor...
Gerçi nereye gitti, şimdi nerede hâlâ aklım almıyor...
Anlayacağınız, korkularım had safhada.
İnsanların bunlarla nasıl baş ettiğini de anlamıyorum.
Biraz geç oldu ama hayatın bir sonunun olduğunu ben ancak şimdi idrak ediyorum.
Bu yolculuğun neresinde olduğumu anlamaya çalışıyorum.
Sevdiklerime daha çok sarılmak, onlarla öylece durmak istiyorum.
Tam farkındalıklarımın arttığı bir dönemdeyken, çekip gitmek ve sevdiklerimden ayrılmak istemiyorum.
*
Yemin ederim, bambaşka bir niyetle oturdum masaya.
Bu çıktı, idare edin.
Pazartesi pazartesi içinizi baydıysam da affedin.
Paylaş