Fadıl’ın kızı ve diğer binlercesi okumak istiyor

Gazete sayfalarında boy boy ilanlar...

Sezen; bizim Sezen’imiz, yani içimiz, sesimiz, şarkımız, ağıdımız üç güzeller güzeli kardelenle birlikte uzağa bakıyor.

Gözleri mi buğulu, yoksa bana mı öyle geliyor; bilmiyorum... ‘Bütün çocuklar eşit doğar ama yaşam kimine daha iyi davranır, daha çok şans tanır; eşitlik bozulur’ diye başlayan, elini taşın altına koymak gerektiğini söyledikten sonra, ‘Büyük dönüşümler, hayata vicdan gözüyle bakan insanların gücüyle gerçekleşir’ diyen küçük bir metin yazmış.

Bildiğim, Kardelenler projesinin son yıllarda içimi titreten en önemli girişim olduğu ve Sezen’in bütün duyarlığı ile bu projeye destek verdiği.


Kardelenler, yani ‘Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları’ projesinin tohumu bundan sekiz yıl önce hayata vicdan gözüyle bakan başka bir kadının, Türkan Saylan’ın telefonunun çalmasıyla atılmış. Uzaktan, çook uzaktan, Siirt’in Pervari ilçesinden gelen bir telefon. Arayan, hocanın kurucusu olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin maddi olanaklarının yetersizliğinden dolayı okula gidemeyen çocuklara burs sağladığını duyan ilçe kaymakamı Resul Kır.

Kaymakam, hocaya ilçesinde ilköğretimi tamamlayan 17 kız öğrenci bulunduğunu, burs bulunması durumunda bu kızların eğitimlerine devam edebileceklerini, o zaman da bunun ilçe tarihinde bir ilk olacağını anlatmış.

Türkan Hoca kolları sıvamış; yurtdışındaki derneklerle temasa geçmiş, onay almakla kalmayıp, projeyi kırsal alanda her ilçeden okuma azmi olup da parası olmayan yirmi kız olarak geliştirmiş.

O kızlar okumuşlar; ebe, hemşire, öğretmen olmuşlar. Kendilerine yapılan yatırımı boşa çıkartmak şöyle dursun, öğrendiklerini öğretmiş, çevrelerine yansıtmış, diğer kızlar için örnek oluşturmuşlar.

Bu başarı Türkan Hoca ve arkadaşlarına yeni bir düş kurdurtmuş:

300 burslu kız sayısı neden 5 bin olmasın?

BİR RÜYANIN ADIM ADIM GERÇEK OLUŞU

Düşlerin gerçeğe dönüşmesi biraz da mucizelere bağlıdır ya, işte tam bu sırada bir mucize olmuş ve o günlerde giderek büyüyen bir şirket -Turkcell- aboneleri arasında yaptığı anket sonucu eğitim alanına yatırım yapma kararı almış. Sonra devreye hayata vicdan gözüyle bakan başka bir kadın, Necla Zarakol girmiş; halkla ilişkilerini yürüttüğü Turkcell ile, gönüllü olarak çalıştığı Çağdaş Yaşamı Geliştirme Derneği’ni bir araya getirmiş.

Sonrası çorap söküğü gibi gelmiş.

Ayşe Kulin projenin yaygınlaşması için kitap yazmayı kabul etmiş. Fotoğraf sanatçısı Manuel Çıtak ile yollara düşüp kızların yaşadığı bölgelere gitmiş, evlerini ziyaret etmiş, akrabaları ile konuşmuş, yaşadıkları zor koşullara rağmen kırılmayan azimlerini, inançlarını, öğrenme heveslerini görmüş ve ortaya hepsi birbirinden güzel, hepsi birbirinden çiçek Tahide’lerin, Hacer’lerin, Pembegül’lerin öykülerinin anlatıldığı Kardelenler kitabı çıkmış.

Sonra, günlerden bir gün Turkcell kurumsal tanıtım bölümünün telefonlarından biri çalmış. Arayan, Sezen Aksu! Bütün alçakgönüllülüğü ile projeye destek olmak istediğini söyleyip bunun için neler yapabileceğini sormuş.

Sezen bu. Neler yapmaz ki?

Yapmış da.

Önce bir beste. Dinlediğinizde boğazınıza düğümlenen, her çiçeğin kar altından güneşe giden masalını anlattığı ‘Aç Kardelen Aç.’ ‘Dağın olayım / Suyun olayım / Göğün olayım, aç!’ diye haykırdığı nefis bir şarkı.

Sonra Türkiye’nin 17 ayrı noktasında verilecek 21 konser.

Mardin ve civarında 50 derece sıcak altında çekilen klip.

Türkiye genelindeki Turkcell noktalarında ve müzik marketlerinde satışa sunulan, elbette bütün gelirin Kardelenlere gideceği CD ve kaset...

Ve hepsinden önemlisi, Sezen’in, bu küçük dev kadının bizatihi kendi. Bunca yıldır inandırıcılığını bir an olsun kaybetmeyen çelebiliği, ortaya sermekten hiç hoşlanmasa da hepimizin bildiği yardımseverliği, paylaşımcı yanı, vefası, sahiciliği....

Böyle peşinden yığınları sürükleme becerisi olan bir kadın, inanıyorum ki verdiği destekle bundan yıllar önce idealist birkaç kişinin kurduğu düşü Türkiye’nin düşü haline getirebilir ve güçlü bir sivil toplum örgütü ile duyarlı bir firmanın bu günlere taşıdığı projeye ivme kazandırıp genele yayabilir.

Neden Kardelenler ortak sorunumuz, sorumluluğumuz olmasın?

BİR KARDELEN’İN YILLIK EĞİTİM MASRAFI 260 YTL

Neden 5 bin sayısı artarak katlanmasın?

Neden gelecek olarak kendilerine yalnızca bakamayacakları kadar çocuk doğurmak, koca, töre zulmü altında ezilmek, berdel gitmek, kuma verilmek korkusu biçilmiş kızlar; daha mutlu, daha uygar, daha çağdaş bir hayatın düşünü kuramasın?

Neden kuru dallar bahara durmasın?

Neden olmasın?

Biliyor musunuz, bir Kardelen’in yıllık öğrenim gideri sadece 260 YTL (260 milyon) gibi cüzi bir para. Elbette bu binlerle çarpıldığında ortaya ciddi bir rakam çıkıyor. Ama söyler misiniz, 260 YTL nedir? Elini vicdanına koyan herkes bu tutarın çocuğuna aldığı oyuncaktan, lokantada yediği yemekten, barda devirdiği birkaç tekten daha az olduğunu bilir.

Peki 7272’ye boş mesaj çekmek, Sezen’in kasedini edinmek, Ayşe Kulin’in kitabını almak, ya da İş Bankası Kuledibi 727270 numaralı hesaba bir miktar para yatırmak çok mu zor bir iştir?

Çorbada bir tutam bile olsa tuzu olduğunu bilmek insana iyi gelmez mi?

Elbette hiçbirimiz ardımızdan yüz binleri sürükleyebilecek Sezen değiliz. O bir tane.

Hiçbirimizde ağır tedavisinin hemen ardından Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’ndaki ilk konsere yetişen Türkan Hoca’nın idealist ruhu yok belki. O da bir tane.

Ama biz de güçlüyüz. Gücümüz, kalabalık olmamız. Elimizi taşın altına koymaya görelim; değil o taşı, kayaları bile yerinden oynatırız.

ÇOLUĞUNU ÇOCUĞUNU KAPAN GELMİŞ

Zarakol Halkla İlişkiler’den arayıp İstanbul’daki konsere davet ettiklerinde içim cız etti. İstanbul dışındaydım ama mazeretim o değildi. Gitmesine ilk uçağa atlar giderdim de denizin ortasında bir yerdeydim. Özür diledim.

İkinci telefon, Turkcell’den geldi. Bodrum Açık Hava’daki konsere çağırıyorlardı. Önce buluşup yemek yedik. Onlardan Kardelenler’in öyküsünü bir kez daha dinledim. Sonra kalkıp konsere gittik.

Sıcak, bunaltıcı bir gece. Antik Tiyatro’nun gün boyu kızgın güneş altında kavrulan taşları yanıyor. Tiyatroda adım atacak yer yok. Son sıraya kadar tıklım tıklım... Merdivenlere oturanlar, ellerindeki yelpazelerle serinlemeye çalışanlar, satın aldıkları suları başlarından boşaltanlar. Tek bir sızlanma duyulmuyor. Herkes huşu içerisinde konserin başlamasını bekliyor.

Derken ışıklar söndü. Sessizlik. Sezen’in sahneye adım atmasıyla birlikte nefesler tutuldu ve iki saatlik ayin başladı.

O iki saat boyunca, ağladık, güldük, hep bir ağızdan şarkılar söyledik.

Sonra bitti.

Dışarı çıktığımda baktım, dışarısı da bir o kadar kalabalık. Konserden çıkanların oluşturduğu kalabalık değil sözünü ettiğim. Sanki çoluğunu çocuğunu kapan herkes tiyatronun çevresine gelmiş, göremedikleri Sezen’lerini uzaktan dinlemiş.

Sonra kalabalıktan biri, Van’dan gelip sıla özlemi çektiğini bildiğim Fadıl yanıma yanaştı.

‘Ne o,’ dedim, ‘sen de mi buradasın?’ Gülümsedi.

‘Beğendin mi’ diye sordum. ‘He’ dedi.

‘Peki,’ dedim, ‘bu konserin kimler için yapıldığını biliyor musun?’

Başını önüne eğdi, içi titreyerek ‘Kızım için’ dedi.

O gece sabaha kadar gözüme uyku girmedi...
Yazarın Tüm Yazıları