Ermeni protokolleri

HEM bizden yani Türkiye içinden, hem de özellikle Ermeni diasporasından yükselen itirazlara rağmen iki ülkenin hükümetleri 3 Nisan 2009 tarihinde paraf edilen iki protokolün altına bugün Zürih’te imza atacaklar.

Haberin Devamı

Belgelerin adı şimdilik “protokol”, o nedenle “bağlayıcılık gücü”pek yüksekte sayılmaz.


Ama iki ülke de bu metinleri kendi parlamentolarından geçirmeden yürürlüğe koymamayı taahhüt etmişler. Böylece -aslında kendi imzalarıyla yürürlüğe koyabilecekleri- bu metinlere olduğundan daha büyük önem verdiklerini ve “bağlayıcılığını” artırmayı istediklerini ortaya koymuşlar.


O zaman bu metinlere daha titiz bir tutumla bakmak gerekiyor.


Sözün burasında belirtelim ki, Türkiye’nin -başta komşuları olmak üzere- herkesle iyi ilişki içinde olmasından davacı bir tek insanımız yoktur. Çünkü herkesle kavga etmenin bedelini Türkler, koskoca bir imparatorluğu tarihe gömerek ödediler.

Haberin Devamı


O nedenle Ermenistan’la Türkiye’nin barış ve hatta dostluk içinde yaşaması ilke olarak doğrudur, yerindedir, gereklidir.


Ama iyi ilişki tek taraflı özveriye dayanmaz.


İşte bu protokollerin iyi olup olmadığı, iki tarafın verdiği ile aldığı arasındaki dengeden anlaşılır.


Hükümet çevrelerine bakarsanız Türkiye’nin sağladığı iki önemli kazanım vardır. Bu protokollerle:


İki ülke arasındaki mevcut sınır, uluslararası hukukun ilgili anlaşmalarında tarif edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanınmaktadır.


Ermeni’lerin “var”, Türklerin “yok” dediği “soykırım” konusunda bir komisyon kurulmasına Ermenistan nihayet “evet” demiş bulunmaktadır.

Ermenistan yöneticilerine (Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı) göre onların kazanımı:


Türkiye’nin, uzun zamandır bilinen “Ermenistan askeri Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ ve çevresinden çekilmedikçe Ermenistan’la aramızdaki sınır kapısını açmama” politikasını ağza almadan bu protokolleri imzalaması,


Ermenistan’a karşı başka bir önşart sunmamayı kabul etmiş olmasıdır.


İlk bakışta kazanımlar dengeli görünse de konunun Türkiye’deki uzmanları, -özellikle üçü de muhalefet milletvekili olan Şükrü Elekdağ, Onur Öymen ve Deniz Bölükbaşı- protokollerin, Türkiye-Ermenistan sınırını belirleyen 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşması’nı açıkça anmamasını çok sakıncalı buluyorlar. Özetle, “Sınırları tanıyoruz demek yetmez. Kars Antlaşması’na göre örneğin Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan bölgesi statüsünün korunması Türkiye’nin garantörlüğüne bırakılmıştır. O nedenle Kars Antlaşması açıkça zikredilmezse bu garantörlük kâğıt üstünde kalır” diyorlar.

Haberin Devamı


Gerçekten bu eleştiriye bugüne kadar hükümetten doyurucu bir yanıt gelmedi.


İkincisi, diyelim ki protokoller Meclislerden geçti, gerekli süre doldu ve “sınır kapısının açılacağı tarih” geldi. Ama Ermenistan askeri Karabağ’dan çekilmedi.

Türkiye, Ermenistan’a verdiği sözü tutup “Sınır kapısını açacak” mı, yoksa Azerbaycan’a verdiği sözü tutup “Ermeni işgali sona ermeden açmam” mı diyecek?


Derse öteki ülkelerin -daha doğrusu ABD’nin- baskısına direnebilecek mi?


Biz sanmıyoruz. Siz sanıyorsanız bekleyip görelim. 

Yazarın Tüm Yazıları