Paylaş
Ergenekon süreci ile Türkiye’de derin devletin, faili meçhullerin, kendilerini yasalardan da, halktan da üstün gören karanlık çetelerin ortaya çıkacağı konusundaki inanç gittikçe zayıflıyor.
Davayı, önceden tasarlanmış bir plana göre, yok asker, yok sivil, yok medya ayağı gibi çeşitli ayaklara ayıran bir şablon yapıldı. Sonra da o şablona uygun bir teşkilatlanma arayışı peşine düşüldüğü için akıllar karışıyor.
Üzerine gidilip sonuçlandırılacak somut olay mı yoktu?
Tam 29 yıl önce eski Başbakan Ecevit, kontrgerilladan söz etmemiş miydi?
Susurluk ve Güneydoğu’daki faili meçhullerle bağlantılı ipuçları ortada değil mi?
28 Şubat? Darbe planları?
Hrant Dink cinayeti? Santoro?
Neden bunlardan hiç olmazsa birinin doğru düzgün üzerine gidilip, “işte bunlar halka karşı, onun iradesine karşı işlenmiş suçlardır. Failleri de karşınızdadır” denmiyor da üç yıldan beri toplumda giderek bir “sindirme” odağı haline gelmeye başlayan bu uygulamaya göz yumuluyor?
Hrant Dink cinayeti hâlâ aydınlanmadı. Ama onun aydınlanması için çaba sarf eden, yaptığı haberler ve yazdığı kitapla soruşturmanın seyrinin değişmesine neden olan gazeteci Nedim Şener Ergenekon davası nedeniyle göz altına alınıp itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor.
Kontrgerilla’yı araştıran, darbe planlarını ilk yayınlayan Ahmet Şık gözaltına alınıyor.
O zaman akıllar karışıyor.
ÜLKEYİ 1970’lerde aydın avından, Türk-Kürt savaşına sürükleyen, irtica korkusu salarak halkı darbelere göz yummaya yönlendiren o karanlık iradenin varlığına inanıyorum.
Ama Ergenekon tabelası arkasında devam ettirilen sürecin, devleti çetelerden kurtaracağına artık inanmıyorum.
Üç yıldan beri süren davada aynı döngü tekrar ediliyor.
Bir operasyondan sonra diğer dalgada kimlerin tutuklanacağı fısıldanmaya başlanıyor.
Gizli belgeler hızla servis ediliyor. Ve kamuoyunda bazı senaryolar konuşulmaya başlanıyor.
Bunların ne kadarı doğru ne kadarı yanlış kimse bilemiyor. Doğrulama olanağı da olmuyor. Yani düzgün ve güvenilir bir gazetecilik de yapılamıyor.
O yüzden gazeteciler “taraftar” olmaya zorlanıyor.
Tam bilgiye ve gerçeğe ulaşmadan ya o belgelere inanmak ve militanı olmak ya da toptan karşı çıkmak zorunda bırakılıyorsunuz. Meslek ruhunu hâlâ koruyanlar da olmasa bu kötü rüyadan uyandıracak kimse de olmayacak.
Siyasi girişimleri, muhalefet örgütlenmelerini itibarsızlaştıracak iddialar dolaştırılıyor.
Muhalif basının sivri örneklerine yönelik operasyonlar yapılıyor.
Sıra Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi gazetecilere de geliyor.
İşte o zaman akıllar daha fazla karışıyor.
Artık ne kadar belge sızdırırsanız sızdırın, ne kadar hikâye anlatmaya çalışırsanız çalışın şüpheler artıyor.
ERGENEKON süreci Türkiye’nin daha da demokratikleşeceği vaadiyle devam ederken, gerçekten öyle mi diye bakıyorsunuz?
Demokratikleşmenin teminatı olan basın özgürlüğü alanına göz atıyorsunuz. Durum berbat. Altı yıldan beri basın özgürlüğünü ihlâl eden yasalarla ilgili hiçbir adım atılmamış. Hapisteki gazeteci sayısı azalmıyor artıyor. Kimi Kürtçü olduğu gerekçesiyle, kimi Ergenekoncu olduğu için hapiste, çoğu da gözdağlarından ve de patronlara yönelen baskılar sonucu otosansüre teslim.
Devlet içindeki çetelerden kurtulmak isterken, yeni çetelerin kuşatmasına mı giriyoruz?
Bu soru daha yaygın soruluyor.
Dedim ya, akıllar iyice karışıyor.
Paylaş