Paylaş
Son günlerin düşündürücü haberlerinden biri de, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın ‘‘geniş bina’’ arayışına ilişkin olandı. Başkan yardımcısı, daire başkanı, müdür, şef, uzman, danışman derken, çalışanların sayısı öylesine artmış ki, Toplu Konut'tan devralınan koca yapı dar gelmiş, ‘‘RTÜK'ünkünü mü alsak, yoksa Sanayi veya Ulaştırma bakanlıklarından birini satıp binasına mı konsak?’’ diye harıl harıl yeni yer arıyorlarmış.
Belki, bürokrasinin kaçınılmaz büyüme hastalığı. Parkinson yasalarına göre, iki masayla üç sandalyeden ve bir müdürle bir sekreterden başlayıp da devasa bir kurum durumuna gelmeyen hiçbir bürokrasi yoktur.
Daha çok da, Türkiye'nin neredeyse bütün KİT'lerine hükmediyor olmanın keyfinden gelen dayanılmaz bir büyüme tutkusu.
İşletmek ve üretmek değil, ‘‘kapsama alınmış’’ satılık işletmeleri susta durdurmak üzerine iş gören bir kurumla karşı karşıyayız. KİT'lere yatırım yasak, teknoloji yenileme yok, hatta eldekinin eskisini satıp yenisini almak da yok; her kuruluş kaderine razı olup Ankara'dan satış haberi bekleyecek.
Bu arada şevk kırılmış, üretim azalmış, tesis çürümüş; kimin umurunda? Tersine, fiyatı düşürüp satışı kolaylaştıracağı için, böylesi daha da iyi.
Satış geliri mi?
1985'ten beri, net olarak kamu kasasında kalan para, topu topu 300 milyon dolar.
Nasıl mı?
Özelleştirme uygulamalarının toplam tutarı, 3.5 milyar dolar. Ama, ödemelerin bir kısmı vadeli olduğu için, şimdiye dek sadece 2.8 milyar dolarlık giriş sağlanmış. Kapsamdaki kuruluşlardan elde edilen bir milyarlık temettü geliri ile 375 milyon dolarlık çeşitli gelirleri de buna ekleseniz, 4.2 milyar dolara ancak yaklaşıyor.
Ama, sıkı durun: Bunun 3.9 milyar doları ‘‘özelleştirme uygulamaları çerçevesinde’’ harcanmış: Kuruluşları alıcılara teslim etmeden önce borçların kapatılması, allayıp pullama ve kurban kınası, ilan, reklam, yabancı uzman parası ve nihayet binalara sığmayan personelin maaşı.
4.2 milyardan 3.9 milyarı çıkarın, kalıyor 300 milyon.
Oniki yıllık patırtı gürültü bunun için.
Karşılığında, iyi yetişmiş özerk yönetimler elinde verimli işletilebilecekken elden çıkarılmış bir yığın kamu varlığı ve bir yığın hukuksuzluk.
Üstelik, bir kısmının satışları kesin olarak iptal edildiği halde, hiçbiri geri alınamıyor. Örneğin, Hopa Limanı gitti, gider.
Sırada Petkim, Petrol Ofisi, Erdemir gibi hepsi bugünkü halleriyle bile büyük kâr getiren dev kuruluşlar var.
Son geçirilen küçük borsa bunalımı bile, ‘‘yeni dünya düzeni’’nin ne kadar hassas temeller üzerinde durduğunu gösterdi. Uzakdoğu nezle olunca, New York aksırdı, Londra öksürdü ve İstanbul ürperdi.
Cumhuriyet, 1929'un büyük bunalımı sonrasında sağlam bir ulusal ekonomi yaratabilmek için kendine özgü bir karma ekonomi modeli oluşturmuştu. Elbette o modeli aynı biçimde uygulamaya devam etmekle her şey düzelmez. Ama, kamunun elindeki her şeyi satıp savmadan önce, o modeldeki mantığın gerisinde yatan ulusal endişeyi biraz olsun düşünmek gerekmez mi?
Paylaş