Eğer bunlar olmasaydı yasağa karşı çıkmak daha kolaydı

EĞER AKP’nin, iktidara gelir gelmez kadrolaşma için bu kadar "seçici" davrandığını görmeseydim.

Eğer AKP’nin, kadın hakları konusunda bu kadar ayak sürmesine tanık olmasaydım.

Eğer, meslek hayatımda ilk kez bir dışişleri brifinginde biz gazetecilere gelişmelerle ilgili bilgi veren bir üst düzey AKP’linin, "toplantı devam edecekse ben cumaya bir gidip geleyim öyle devam edelim" önerisiyle karşılaşmamış olsaydım.

Eğer bir bakan yemeğinde, yine hayatımda ilk kez, aynı masada harem selamlık düzenlemenin tarafı olmasaydım ve bu duruma dikkat çekenlere üst düzey bir AKP’li kadın arkadaşın "ne olacak kız kıza otururuz" yanıtını duymasaydım.

Eğer Güneydoğu Anadolu’nun büyük bir kentinde kadınların, eşitlik temelinde çalışan kadın örgütleri yerine, mahallelerde açılan dini sohbet evlerine gittiklerini, kocalarından buraya gitme iznini daha kolay aldıklarını saptamasaydım.

Eğer ifade, düşünce, inanç özgürlükleri arasında AKP’nin kendi önceliklerine göre seçim yaptığını farketmemiş olsaydım.

Eğer AKP’nin çoğulcu demokrasi anlayışı yerine çoğunlukçu dayatmacılığı "özgürlükçü yönetim" diye sunmasının çağdaş demokrasiye ters düştüğünü bilmiyor olsaydım.

Eğer yüzde 47’lik seçim zaferinin hemen ardından AKP, Türkiye’nin derinleşen sorunları arasında gerçeklere dayalı bir öncelik sıralaması yapmış olsaydı, Avrupa reformları hızla başlasaydı, 9. uyum paketinin gerekleri yerine getirilseydi, düşünce özgürlükleri önündeki yasal engelleri kaldırmak üzere harekete geçilseydi, yatırım teşvik önlemleri gözden geçirilmiş olsa, Güneydoğu için ekonomik ve sosyal kalkınma paketleri art arda açılsaydı.

Terörle mücadele askere havale edilmekle kalmasa ve hükümet aynı zaman diliminde, sosyal ve ekonomik mücadele paketi için de düğmeye basmış olsaydı.

Emin olun türban tartışması beni böyle germeyecekti.

Üniversitede türban yasağına karşı olduğumu rahatça söyleyebilecektim.

Ama aynı zamanda, kadınlara baştan çıkartıcı varlıklar olarak yaklaşan ve örtmek isteyen her anlayış ve inancı sorgulamaya da devam edecektim. Kadın özgürlüğü açısından türbana karşı olduğumu açıklamayı ve tartışmayı sürdürecektim.

* * *

GİYİM
yasakları da, giyim kodlarının dayatılması gibi toplumu sarmaya hazırlanan baskı düzeninin ayak sesleridir.

Her darbeden sonra üniversitede sakal tartışmaları yaşamadık mı biz? Bu ülkenin genç kadroları, asistanları, profesörleri sakalları yüzünden, inançları yüzünden üniversitelerden kapı dışarı edilmedi mi?

Ama bugünkü tartışma özünden tamamen koptu. Sadece üniversiteli kız öğrencilerin başlarını açmadan üniversiteye gidebilme hakkı ile ilgili bir tartışma olmaktan çıktı.

Toplumu bambaşka yerlere götürdü. Dinin siyasete alet edildiği bir rövanş girişimine dönüştü.

"Müslüman kadınların başını açıp açmama" tartışması haline geldi.

Başbakan Tayyip Erdoğan, dün partisinin siyaset okulunun açılışında, "Bakın salonda başı kapalı da var, başı açık da. Bizim istediğimiz Türkiye bu" dedi.

Sanki üniversitelerde yasağın kalkmasına karşı çıkanlar, hayatın tüm alanlarında kadınların başlarını örtmelerini yasaklıyorlarmış gibi.

Meseleyi Türkiye’de dinin yasaklanması olarak sunduğunuzda, din yasaklarının hakim olduğu bir Türkiye’ye yol döşersiniz.

İşte rövanş, işte zıtlaşma, kutuplaşma ve çatışma.

Bu endişeyi taşıyanları anlamak, eğitimi ile dini inancı arasında, inancı yönünde seçim yapan kız öğrencileri anlamak kadar önemli değil mi?
Yazarın Tüm Yazıları