Paylaş
Yeğenim Aslı ve yardımcım Arzu ile yaptık bu geziyi. Aslı Cumartesi sabahı arabası ile almaya geldi bizi. Benim arabaya bindirilmem, tahmin edebileceğiniz gibi, oldukça zor oldu. Sonunda, apartman görevlisinin de yardımları ile, yerleştim ön koltuğa ve “inşallah orada da bize yardım edecek birisini bulabiliriz” diyerek yola koyulduk. Ortaköy’e kadar, nerede ise hiç tıkanmadı yol. İstanbul trafiğinin bu kadar rahat olduğunu yıllardır görmemiştim. Anlaşılan o ki; aşırı sıcaklar, Ramazan ve köprülerdeki bakım çalışmaları evlerine bağlamış İstanbullular’ı…
Ortaköy’e vardığımızda, önce, otoparka girip arabamızı bırakmak istedik. Nerede ise tamamen dolu olan otoparka, tekerlekli sandalyemiz olduğunu duyunca, hemen buyur ettiler bizi. Otopark görevlilerinden biri, koşup bizim yerimize bilet aldı; diğeri arabadan inmemize yardımcı oldu. Sorunsuzca sandalyeme oturdum, kemerimi bağladım ve Ortaköy’ün Arnavut kaldırımı sokaklarında gezinmeye başladık.
Bir süre sokak sergilerini inceledikten sonra, deniz kıyısındaki kafelerden birine girdik. Oturduğumuz masanın tekerlekli sandalyem ile uyuşmaması üzerine, arkamızdaki masada oturanlar masalarını hemen bize verdiler ve kendileri bir başka masaya geçtiler. Ben, birçok ilaç kullandığım için, oruç tutamıyorum ne yazık ki. Tutabildiğim günleri özlüyorum… Denize karşı oturup ilaçlarımı içebilmek için bir şeyler atıştırırken, halen restorasyonda olan Ortaköy Camisi’ni seyrettim.
Halk arasında 'Ortaköy Camisi' olarak bilinen bu caminin asıl adı; 'Büyük Mecidiye Camisi'. Cami; Sultan Abdülmecit tarafından, 1853 yılında, Mimar Nigoğos Balyan’a yaptırılmış. Boğaziçi’nde eşsiz bir konuma yerleştirilmiş oldukça zarif bir yapı olan Barok tarzındaki camide, 11 Mayıs 2011 tarihinde başlatılmış bulunan restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Çaylarımızı içtikten sonra biraz daha dolaştık, ufak tefek bir şeyler aldık ve otoparka döndük. Otopark görevlileri, yine, çok yardımcı oldular bize. Onların yardımı olmasaydı, arabaya oturabilmem olanaksızdı. Kendilerine teşekkür ettim o gün, ama bir kez de buradan teşekkür etmek istiyorum. Cumartesi günü; yeğenim, yardımcım ve bize yardımcı olan diğer kişiler bana güzel bir gün kazandırarak yaşamımda bir fark yarattılar.
Geçtiğimiz hafta, bir güzel gün de kızım yaşadı. Daha önceki yazılarımda, sanırım, kızımın doktorasını tarih dalında yaptığını ve halen Sabancı Üniversitesi’nde görevli olduğunu söylemiştim. Bu yaz kendisi, Sabancı Üniversitesi Lise Yaz Okulu’nda “Bir Kentin Tarihi: Konstantinopolis/İstanbul” dersini verdi. Dersini alan 15-18 yaş arası lise öğrencileri ile birlikte Süleymaniye Külliyesi ve Kariye Müzesi’ni ziyaret ettiler. Sabancı Üniversitesi, o gün için, engelli aracını tahsis etti onlara. 2 adet tekerlekli sandalye alabilen araçta hiç sarsılmadan seyahat edebildiğini; aracın sürücüsü Bahattin Bey’in hem işine çok hakim, hem de sorumluluğunun bilincinde olduğunu söyledi kızım. Bana anlattıklarını, özetle, kendi sözleri ile aktarmak istiyorum sizlere:
“Süleymaniye’de camiye giremesem de külliye yapısını ve mantığını yerinde anlatmakta hiç zorluk çekmedim.
Kariye’de mesafe kısa olmasına rağmen yollar taş olduğundan tekerlekli sandalye ile ilerlemek pek kolay değil. Müze yetkilileri mesafeyi kısaltmak için çıkış kapısından girmemize yardımcı olarak işimizi kolaylaştırdılar. Ülkemizde T.C vatandaşı olsun yabancı olsun engelli ile bir refakatçisinin (görünür bir engel ve/veya belge ibrazı ile) müze ve ören yerlerine kimlik göstermek suretiyle ücretsiz girdiklerini de hatırlatalım.
Akşam yemeği için hemen müzenin yanına, saray mutfak defterlerinden menüler hazırlayan Asitane Restaurant’a geçtik. Üç katlı eski bir konak olan tesiste asansör bulunmuyor, yemek ise 20-30 basamaklı dikçe bir merdiven ile inilen bahçede servis ediliyor. Asitane’nin güler yüzlü ekibi bir an bile tereddüt etmeden sandalyemi kucakladıkları gibi beni bahçeye indiriverdiler. Yemeğin ardından da aynı güler yüzle yukarı çıkardılar.
Amacımız genç arkadaşlarımız Ekin, Nur, Selen ve Kerem’e İstanbul’un tarihini yaşatmaktı aslında; ama sanırım onlar, ayrıca, engelli biriyle İstanbul’da bir gün geçirerek “engelsiz” bir İstanbul için aslında ne kadar az şey gerektiğini de görmüş oldular.”
Kızım da, ben de yaşadığımız güzelliklerin değerini çok iyi biliyoruz. İnsan bazı şeyleri kaybedince, elindekilerin değerini daha iyi anlıyor. Keşke bunu hiçbir şey kaybetmeden başarabilsek…
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Paylaş