Dubai’de Tike açılıyor

Şahane Adanalılardan biri de Mehmet Ali Burduroğlu’dur.

Tike Mehmet Ali...

Tike, aldı başını gitti biliyorsunuz, Atina’da var, Tel Aviv’de var - hatta geçen yılın en iyi yabancı lokantası seçildi Tel Aviv’de- önümüzdeki günlerde Kiev’de, Girne’de, Tripoli ve Londra’da açılacak. Mehmet Ali de bu arada sürekli Dubai’ye gelip gidiyor.

Neden mi?

Benden duyun o zaman:

Çünkü Tike, Dubai’de de açılıyor.

Adana kebap da buraya geleceğine göre, ben artık oraya zor gelirim!

Bir tek kafama göre kuaför bulamıyorum burada...

Diba, M.O.S, Erdem Kramer ya da Ebil neden el atmıyor bu işe?

* * *

Mehmet Ali’nin vizyonu kadar hayran olduğum başka bir özelliği de çocuklarıyla ilişkisi...

Şapka çıkarılacak modern babalardan...

Oğlu Kurtuluş, Paris’te okuyor...

Kızı Ebru ise, sıkı tenisçilerden, o kadar ki bu sayede üniversiteyi Amerika’da bursla okudu, sonra New York’ta hotel ve restoran yönetimi master’ı yaptı.

86 doğumlu 22 yaşında pırıl pırıl bir kız. Şimdi ne yapmaya hazırlanıyor dersiniz?

Sırt çantasıyla dünya turuna çıkmaya...

Önce Güney Afrika’yla başlayacak, sonra sırasıyla Afrika, Ortadoğu ve Uzakdoğu. Kaldığı yerlerde tenis hocası olarak çalışacak, hem para kazanacak hem değişik kültürler tanıyacak...

Ebru’nun böyle bir şeye kalkışması ne kadar muhteşemse, Mehmet Ali’nin de bir baba olarak onu desteklemesi bence en az onun kadar muhteşem. İkisini de kutluyorum. Böyle baba-kızların artmasını diliyorum...

HAMİŞ: Bu aralar herkes Dubai’e gidip geliyor. Eren Talu da sürekli burada. Sebebini bir sonraki yazıda anlatırım. Belki de anlatmam. Bir ipucu vereyim: Bizim Şükrü Saraçoğlu’muz var. Bütün rakiplerin kıskandığı bir mağbet. İşte Eren Talu, Galatasaraylıların da böyle bir yere kavuşabilmesi için yoğun çaba sarf ediyor. Şimdilik bu kadar bilgi yeter.

Sen bana küsemezsin ben senin karnından çıktım!

Beni mat etti.

Bunun üzerine söyleyebilecek bir şey kalmadı.

Sofrayı hazırlamışım, yemekler masada, cacığı onun sevdiği gibi yapmışım (salatalıkları kesmemiş, rendelemişim), penne istediği kıvamda, İtalyanlar gibi diri seviyor makarnayı ve tavuk butları gayet iyi pişirmişim.

Ona sesleniyorum:

Alya yemeğeee... Alyaaa... Alyaaa...

Çağırıyorum gelmiyor, çağırıyorum gelmiyor. Bir tane aptal çizgi filmin önünden ayrılmıyor. Sonunda sinir oldum. Çünkü her şey soğudu. Küstüm ben de... "Anne?" diyor cevap vermiyorum, "Anne?" diyor, ses yok. Bir süre izledi durumu, iş uzayınca dayanamadı, "Anne yüzüme bak" dedi, hiç oralı değilim, sonra kolumu tuttu çekti ve

"Sen bana küsemezsin tamam mı? Ben senin karnından çıktım!" dedi.

Yemin ederim, dondum kaldım.

Mat oldum ben, mat!

Sarıldık, ağlaştık, sonra yemekleri ısıttık ve anne- kız karşılıklı bir güzel yedik.

Papatya

Okul, Boğaz’ın en güzel tepelerinden birinde...

Yeşillikler içinde...

De...

Ben -üzerinize afiyet- adres bulma özürlüyüm!

Üç katlı beyaz bir bina arıyorum.

Zahir bir yerde adı yazar diye düşünüyorum: Papatya...

Ama yok...

Nedense çok hoşuma gidiyor...

Herkesin isminin altını fosforlu kalemlerle çizdiği bir dünyada...

Kapıda adı yazmayan bir okul...

Sonunda buluyorum, hiç şatafatı olmayan bir bina, kapıdaki güler yüzlü görevliye, "Toria Hanım’la randevum vardı" diyorum, bir yerlere telefon açıyor ve "Tamam girebilirsiniz" diyor.

Sonra çok sürreal bir şey oluyor, okulun içine kadar bana bir "Golden Retriever" eşlik ediyor, şahane bir köpek, nasıl akıllı, nasıl duygulu. Sınıflara da giriyormuş, özgürce istediği gibi okulun içinde dolaşıyormuş...

Bu, hoşuma giden ikinci şey oluyor.

Ve derken Toria ile tanışıyorum.

Kolay lokma değil, hemen hissediyorsunuz ya çok seversiniz ya ürkersiniz. Net, dürüst ve çok direkt bir İngiliz. Güçlü bir kişilik. Ben bayılıyorum. Ona’da, Papatya’ya da, eğitim anlayışına da. Kızımı vermek isteyeceğim okul, işte böyle bir okul.

Okul gibi olmayan bir okul. Bütün çocukların sabahları gitmek için can atacakları bir okul, ayrılma zamanı gelince kopmak istemeyecekleri bir okul, enerjisi iyi olan bir okul...

Kızlarla erkekler aynı tuvalete giriyorlar. Özgürce bütün duygularını, fikirlerini ifade edebiliyorlar. Kendine güvenli çocuklar olarak yetiştiriyorlar. Ezilmeden, sindirilmeden. Müziğe ve tiyatroya özellikle vurgu yapan bir okul. Bir sahne ve her türlü müzik enstrümanı var Papatya’da. Müthiş de bir piyona hocaları var: Augusta. Her yıl sonu bir tiyatro kiralıyorlar ve bütün çocuklar sahneye çıkıyor. Bu sene de 17 Aralık’ta olacak

şovları...

* * *

10 gün boyunca İstanbul’daydık.

Alya, misafir öğrenci olarak her gün Papatya’ya gitti.

Ve eve nasıl güle oynaya geldi, hani imkan olsa akşamları da orada kalacaktı. Alya’ya, "Nerede okuyorsun sen?" diye sorunca "Dubai’de Repton’da, İstanbul’da Papatya’da" diyor. İki okula da giderken korsan kostümünü yanında götürüyor.

Şimdilerde diyor ki, "Benim 2 evim, 2 yatak odam, 2 okulum var..."

Ama 1 tek sevgilisi varmış: Aslan Cem!

Ben bu yazıyı yazarken, onlar Aslan Cem’le oynuyorlar, şükür kavuşturana, özlemle birbirlerine sarıldılar ve hemen korsancılık oynamaya daldılar...
Yazarın Tüm Yazıları