Cüneyt Ülsever: Kopenhag Kriterleri'ni Hz. Mevlana yazmış olamaz mı?

Cüneyt ÜLSEVER
Haberin Devamı

Diyeceksiniz ki, Kopenhag Kriterleri'ni Hz. Mevlana'nın yazmış olması mümkün değil! Peki, ‘‘kriteleri’’ yazanlar Mesnevi'yi okumuş olabilirler mi?

Neden böyle garip sorular soruyorum: Mevlana'nın, 1273'te söyledikleri ile bize 1999'da vaaz edilen kriterler arasında inanılmaz benzerlikler var da ondan!

726 yıl önce bu topraklardan tüm insanlığa yapılan çağrıyı elin oğlu şimdi bize dayatıyor.

Çağrıya, Batı insanı ayak uydurmaya çalışmış; biz oralı olmamışız.

Neden? Neden?

Neden bu topraklar hem bu kadar zengin, hem de bu kadar fakir?

Musevi'ye, Hıristiyana, zındığa, tövbe bozana, nicesine yapılan çağrıya neden bu toprakların Müslüman insanları bigane kalmışlar?

* * *

Geçen cuma gecesi Mevlana'nın 726. Vuslat Yıldönümü nedeniyle katıldığım şebiarus törenlerini izlerken bir yandan ruhum ak pak sularda yıkanıyor, öte yanda bir türlü baş edemediğim içimdeki kibir bana bu soruları sorduruyordu.

Cevap, bizzat kutlama gecesinin içinde gizli olamaz mıydı?

Tören başlamadan önce devletlü beş adam, dünyadan koşup gelen binlerce Mevlana áşığı ve de uzmanına; hiç bitmeyecekmiş duygusu veren aynı cümleler ile, Mevlana'yı tekrar tekrar bir şablon içinde anlatırken, belki izleyicileri çile odasında sigaya çekiyorlardı ama ben siyasetin ve devlet yönetiminin Mevlana'dan nasıl yağ çıkardığını düşünüyordum.

Açıkçası, böyle bir ilahi gecede bile içimi kötü niyet bürüdü!

Merak ediyorum, Mevlana'nın aynı dörtlüğünü üçüncü kez tekrar eden konuşmacı olarak Konya'dan sorumlu Devlet Bakanı acaba o gece oylarına kaç oy kattı?

Bence ‘‘Neden?’’ sorusunun cevabı burada! Biz, belki Mevlana'yı çok okumuş insanlar olabiliriz ama anlamaya hiç niyet etmemişiz. Daha doğrusu, işimize geldiği gibi anlamışız! Bizler, Mevlana'yı bile ‘‘Bu işte benim kárım ne olabilir?’’ kıvamında irdelemeyi becermiş bir neslin ahvadıyız.

Muhteva ve mana bizi hiç ilgilendirmemiş.

* * *

Şimdi, elin oğlu bu topraklardan fışkıran anlam kümesini alnımıza bir tüfek gibi dayayınca apışıp kalıyoruz. Kendi yarattığımız kurallara ne kadar uyup uymadığımızın hesabını veriyoruz. Bu zavallığa tüm duygularımla isyan edesim geliyor.

Mevlana'lara, Yunus Emre'lere, Nesimi'lere, Hallacı Mansur'lara, İmam Gazali'lere, Şeyh Bedrettin'lere ve de nicelerine kulak tıkayan insanlar, bir de oturup ‘‘İslam demokrasiye ne kadar uyar mirim!’’ diye diskur çekmeye başlayınca, ifrit oluyorum.

Sema töreninde semazenlerin kulağına üflenen ‘‘Kün: Ol!’’ emrinin arkasındaki manayı bir kez olsun kendi zihni dünyasında zikretmemiş insanların ‘‘insan olmanın anlamını ve ev ödevini’’ araştırmaları mümkün değildir. Böyle insanlara da, işte şimdi yaşadığımız gibi, dipçikle ev ödevi yaptırmaya kalkarlar.

* * *

İnsanın değerini, hoşgörünün anlamını, kámil insan olmanın yüceliğini, kalplerden kibri kovmanın nedenini katiyen sorgulamamış çağdaşlar(!) ile yaratılanın sadece Yaradan'dan dolayı sevilmesi gerektiğini algılayamayan Müslümanların(!) kurduğu düzen ise ancak Mevlana'ların ‘‘inanç turizmi’’ seviyesinde algılandığı, demokratlığın benlikler ‘‘Ol!’’ dediği için değil, birileri ‘‘Olsana lan!’’ dediği için kutsandığı bir düzen olur.

Mevlana'nın ‘‘insanlık’’ çağrısını 726 yıldır kulak ardı ediyoruz. Bari, 2000 yılına girerken, ‘‘tek doğruyu’’ kendisinden bile esirgeyen Mevlana'nın, şu uyarısını duymazdan gelmeyelim:

‘‘Bu dünyada söylenecek ne varsa söylendi cancazım,

Şimdi yeni bir şeyler söylemek lazım!’’

Statükoyu ‘‘iyi bir şey’’ olarak yutturmaya çalışan tüm mürtecilere arz olunur!

Yazarın Tüm Yazıları