’Cumhuriyet’ mimarisine asimilasyon girişimleri

’ANKARA’da uzun süredir Cumhuriyet dönemi yapılarının deforme edilmesi ve yok edilmesine yönelik sistematik yürütülen asimilasyon politikasının son olarak modern mimarlık anlayışının önemli simgelerinden biri olan Cebeci Ortaokulu’nu hedef aldığını’ bildiriyor TMMOB Ankara Mimarlar Odası...

İktidarın kendi siyasal yapısının bir uzantısı olarak kentteki Cumhuriyet döneminin sembollerinin kimliğini değiştirmeyi hedef aldığını belirten Mimarlar Odası’nın açıklamasında özetle şöyle deniliyor:

Cebeci Ortaokulu 1938’de Alman mimar Bruno Taut ve Macar mimar Franz Hilinger tarafından tasarlanmıştır. Bruno Taut dünyada modern mimarlığın gelişimine önemli katkılar sağlamış, ünlü bir mimardır. MEB’de çalıştığı dönemlerde özellikle okul tasarımları üzerine çalışmıştır. Cebeci Ortaokulu’nda da bulunan güneş kırıcıları, bu dönemin sembolü olarak pek çok okullarda uygulanmıştır.

1930’lu yıllarda inşa edilen okullar, modern eğitimin gereklerini yerine getiren yapılardır.

Modernleşmenin gereği olan akılcı çözümleme yöntemleri, binaların tasarım anlayışına da yansımıştır. Işık kullanımları, mekánların organizasyonları dikkatlice ele alınarak, okulda öğrencilerin dikkatini dağıtacak süslemelerden kaçınılarak yeni dönemin rasyonel anlayışıyla inşa edilmiştir. Bu rasyonel anlayışın bir uzantısı olarak teknolojinin yeni olanaklarıyla binalar betonarme olarak yapılmıştır.

Cebeci Ortaokulu’nda yapılan tadilatla betonarme olan binanın cephesine ahşap çıtalar takılarak yığma bina imajı verilmeye çalışılmış, ’Osmanlı cumbaları’na gönderme yapılmıştır.

Peki, bu değişikliklere kim karar verdi; hangi bilgi birikimiyle, hangi nedenlerle böylesi bir uygulamaya gidildi? Böyle bir yapıya başka bir kimlik giydirilmesine kimin hakkı var?

Açıklamanın en dikkat çekici ifadeleri şöyle:

"Eğitim yapılarında başlatılan bu Osmanlı mimarisi özleminin eğitimin içeriğini de etkileyecek gerici bir yaklaşımın ürünü olduğunu bir kez daha hatırlatıyoruz. Başta Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Kültür Bakanlığı olmak üzere, tüm yetkililer bu tarihsel yıkımı durdurmalıdır."

’Diğer hastaneler’in kucağına atılmak...

’1. sınıf (A) hastaneler bakanlığa rest çekti’ başlıklı yazınıza yüzde yüz katılıyorum, hükümetin bu uygulamalarını da tasvip etmiyorum. Sağlıkta da kendi sermayelerini yaratıyorlar.

Ancak bilmenizi isterim ki, hükümete yakın durmayan özel hastanelerin bazıları da kendine çekidüzen vermeli, insanları müşteri değil hasta olarak görmeli.

Bağ-Kur emeklisi annemin safrakesesi ameliyatını, devlet hastanesinin ileri bir tarih vermesi sebebiyle özel hastanede yaptırmak istediğimizde, iki hastane arasında (hükümete yakın durmayan, çağdaş insanların çalıştığı iki hastane) 5000 YTL fark olduğunu gördük. Ucuz olanı tercih ettik ve pazarlık sonucu 500 YTL daha indirim alabildik. Yaşlı annem-babam sebebiyle bu tür uygulamaları çok fazla yaşamış biri olarak en çarpıcı olan örnek budur. Yani hastaneler de bindiği dalı kesmemeli. Makul davranarak bizleri ’diğer hastanelerin’ kucağına atmamalı.

Bir diğer husus da ’diğer hastanelerdeki’ türbanlı personelin hastalara yaklaşımı öyle nazikçe, öyle samimi ki, inanamazsınız. Birkaç hastaneyi sırf bu amaçla olsa bile ziyaret etmenizi öneririm.

Demet UNCU-ANKARA

Ses getiren gazeteci ’sessizce’ öldü

ERDAL Çetin, gergin, hırslı, hızlı ve düzgün bir gazeteciydi... Her haberi, her yazısı ses getirirdi. Ama onca acılar çektikten sonra sessizce öldü.

1960’lı yılların ilk yarısında, Ankara’daki Son Baskı Gazetesi’nde mesleğe adımını attı. Bir süre Dünya Gazetesi’nde muhabirlik yaptı. Hürriyet Haber Ajansı’nın Samsun ve Diyarbakır bürolarında uzun yıllar şeflik yaptı. 1973 yılı başında Teoman Erel ile birlikte ANKA Ajansı’na geçti. Ajansın hızla büyüdüğü döneme damgasını vuranlardan biriydi. O dönemde ANKA çalışanlarının bir başka özelliği daha vardı; ANKA içinde habercilik yapanlar, gazetelerde köşe yazarlığı da yapıyorlardı. Altan Öymen Cumhuriyet’te, Örsan Öymen önce Günaydın’da sonra Milliyet’te, Teoman Erel Günaydın’da, Uğur Mumcu ve Müşerref Hekimoğlu Cumhuriyet’te, İsmet Solak ve Ahmet Tan Politika’da, Erdal Çetin Yeni Ortam’da köşe yazarlığı yapıyorlardı. Yahya Demirel’in ’hayali mobilya ihracatı’ ile ilgili ilk yazıyı Erdal Çetin yazmıştı.

Erdal Çetin, İstanbul’a geldiğinde de önce Tercüman ve Bulvar gazetelerinde, daha sonra da Sabah ve Milliyet’te çalıştı.

Bu sırada ilk eşini beyin ameliyatı sonrasında yitirdi. Oğlu Yavuz’a kendini adadı. Ama bir saz virtüözü olarak ün yapan Yavuz Çetin, en fazla dinlenen rock’çı olduğunda bir bunalım sonunda Boğaz Köprüsü’nden atlayarak intihar etti. Erdal Çetin, gazetecilik yılları ile ilgili anılarını yakın arkadaşı gazeteci İbrahim Hitay ile iki kitapta topladı.

Son yıllarda içine kapanan Erdal Çetin, gazeteci gibi bir gazeteci olarak sessizce gitti.

Henüz 60 yaşındaydı... Cenazesi dün İstanbul’da toprağa verildi.

İsmet SOLAK

Tekerrür

EVET, tarih tekerrürden ibarettir derler atalarımız...

Yıl 1915; Alman savaş gemilerine boğazdan geçiş izni veriyoruz ve kaçınılmaz son.

Yıl 2008; Amerikan savaş gemilerine de izin veriyoruz, sonucu bekleyerek göreceğiz.

Ancak bir fark var; o devirde padişah bir tane idi, günümüzde ise iki tane!..

Hayırlısı olsun diyelim.

Y.YAŞAR

Biliyor musunuz

MARMARA Üniversitesi’nin eski Rektörü Prof. Tunç Erem’e, Memorial Hastanesi’nde Prof. Bingür Sönmez tarafından başarılı bir by-pass ameliyatı yapıldığını...

GÜNÜN SÖZÜ

"AĞAÇLAR canlıdır; onları korumak, bu uğurda mücadele etmek, kılınan namazlardan ve tutulan oruçlardan kat kat daha değerlidir. Keşke biraz duyarlı olabilseydik."

(Serpil DANDİN)
Yazarın Tüm Yazıları