Buyurun yapın...

“AKP’yi ve Fethullah Gülen’i Bitirme” hikâyesi -hiç değilse şimdilik çıkmaza girince gündemi boş bırakmadık.

Önce CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın önerisiyle, sonra da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu öneriyi bir “sulu şaka” diye nitelemesiyle gündeme “Darbecilerin yargılanmasını önleyen Anayasa hükmünün kaldırılması” konusunu oturttuk.

Onlara değineceğiz ama önce bir borcumuz var onu ödeyelim:

Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek telefon etti. Dünkü yazımızda kullandığımız bir kelime -ki uyarısı üzerine tekrar bakınca haklı olduğunu fark ettik- kendisini rencide etmiş:

Yazıda Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın önceki günkü açıklamasını konu almıştık. Yargı "belge" mi değil mi diye tartışılan yazı konusunda söz söylemeden önce hüküm veren kalemleri ve bir de Bülent Arınç’ı eleştirirken, "Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek bile bu insaf tanımayan (...) yargısız infaz sürecine isyan etti" demiştik.

Maksadımız Arınç’la aynı kabinede olmasına rağmen Çiçek’in "hukukçu" kimliğini ön plana çıkarmasını takdir ettiğimizi vurgulamaktı.

Ama uyarısı üzerine yazıyı tekrar okuyucuna gördük ki, kendimizi iyi ifade edememişiz. Dahası, oradaki "bile" kelimesi Çiçek hakkında olumsuz bir izlenimimiz varmış da o yüzden "bile" demişiz gibi bir anlam taşır hale gelmiş.

Kendisine de söyledik. Maksadımız tam aksiydi. Sayın Çiçek’ten özür diliyoruz. Bu bir.

İkincisine, yani günün konusuna gelince:

"Darbeciler yargılansın" demek ve hukuk sisteminde bunu sağlayacak düzenlemeler yapmak, Türkiye’nin "demokrasi yolculuğu" açısından çok olumlu bir gelişmedir. Dileriz iktidar, muhalefet el ele verirler ve Anayasa’nın "12 Eylül 1980 askeri yönetimi mensuplarının yargı önüne çıkmasını engelleyen" geçici 15’inci maddesini kısa zamanda değiştirirler. Bu da iki.

Başbakan Erdoğan böylece Deniz Baykal’ın yerine denk getirince "şakası olmadığını" anlar. Bu da üç.

Ama bitmedi:

Darbecileri yargılamaya kalkmak laf olarak kolaydır ama pratikte o kadar kolay olsaydı, 27 Mayıs 1960’tan beri birçok vesileyle bu yargılamalara tanık olurduk.

Oysa Talat Aydemir’in 22 Şubat 1962; 21 Mayıs 1963 tarihli teşebbüsleri dışında biz hiçbir "darbe yargılaması" görmedik. Bir de 9 Mart 1971 teşebbüsü var ama onunla ilgili olanlar başka iddialarla yargılandılar.

Demek ki sadece başarılı olanları değil 1961 sonlarında Türk Silahlı Kuvvetleri Birliği adıyla kurulan ve her şeyini protokole bağlayan "darbe" teşebbüsünü de görmezden geldik. O konuda kitaplar bile yazıldı, belgeler yayımlandı ama bunların hiçbiri olmamış gibi davrandık.

Gerçekçi olalım:

Şimdi Anayasa’nın Geçici 15’inci maddesini oradan kaldırmak doğru olur, gereklidir ama onu uygulamanın doğuracağı etkileri de görmek siyaset adamlarının işidir.

Diyelim 1960’tan başladınız... Hüsamettin Cindoruk’un -biraz da kendine yakışmayan bir üslupla- söylediği gibi zaten çok azı hayatta kalmış.

Son yıllara mı geldiniz?

Söz konusu 15’inci madde son yıllarda "darbe" dediğiniz hiçbir eylemi korumuyor ki...

Gücünüz yetiyor idiyse aklınız nerdeydi?
Yazarın Tüm Yazıları