Büyükşehir Saatli Maarif Takvimi

Bahardan başka bir şey yazasım yok bu günlerde. Fakat büyük şehirde yaşayanlar bahardan ne anlar? Nisan ayı bahar ayıdır diye belletmeselerdi çocukluğumuzda, nereden bilecektik baharın geldiğini? Etrafımızda yeşil mi var kuduracak? Bakıp da anlayacağız...

Ben Boğaz trafiğinden anlıyorum. Bakıyorum milim milim ilerliyoruz, ‘‘Hah’’ diyorum, ‘‘Bahar gelmiş.’’

Aslında bizler için yeni bir düzenleme gerekli takvimlerde. Kuran'ın bile günümüz şartlarına göre yeniden yorumlanmasına taraftar olanlar var.

‘‘Çaylakların gelme zamanı’’ymış.

İyi de nereye geliyorlar? Kim görmüş?

‘‘Arabalara doluşup Boğaz'ı turlama zamanı’’ deseler halbuki...

Haziran'ın 7'si ‘‘Pirinç ekme zamanı.’’

Var mı içinizde pirinç eken Allah aşkına?

Ama ‘‘Çaydanlık eşliğinde park ve refüjlere yayılma zamanı’’ deseler memleketin daha büyük bir kesimini ilgilendirmez mi?

‘‘Koç ayırma zamanı.’’

Biz önce koçla keçiyi ayırt edebilelim de... Anadolu'nun koçu ayırdığı günler İstanbullular için yazlık mekánların bir bir kapandığı günlerdir.

‘‘Laila'nın kapanışı’’ diyecekler mesela...

Ali Müfit Gürtuna yeniliği seven bir başkandır, kendisine buradan ‘‘Büyükşehir Saatli Maarif Takvimi’’ni hazırlatmasını öneriyorum.

Tamam bağların ne zaman bozuma uğradığını da merak ediyoruz ama bir İstanbullu olarak‘‘Akmerkez indirim günleri’’ daha bir mana ifade ediyor doğrusu.


‘‘Pasta’’dan almaz mıydınız?


Pasta.

Adı bile heyecan veriyor.

Bütün tatlılar harika da pastanın yeri başka.

Çoğunlukla bir kutlamayla beraber gelmesinden midir, binbir şekle girmesinden midir, içinde daima sürprizler barındırdığından mıdır, bilmiyorum.

Pastane vitrini seyrettiğimi bilirim. Hepsine bakarım bir bir. ‘‘O neli?’’, ‘‘Bu neli?’’ diye sorarım almasam da.

Bizde genetik bu pasta sevgisi. Kardeşim benden de beter. Bir gün beş katlı bir pastayı kucağımıza alıp yemeyi düşünüyoruz. Son lokmasına kadar. Elimizi eteğimizi dünya işlerinden çekelim de hele bir... Kendimizi beğendirme faslından geçelim... Gerçekleştireceğiz bu düşümüzü. Sırf pasta da değil, yiyeceklerin tamamıyla ilgili çeşitli fantezilerimiz var. Ancak dediğim gibi, yüz kilo olmaya hazır bir ruh haline gelmeyi bekliyoruz.

Fakat o güne kadar pastadan soğuma tehlikesiyle karşı karşıyayız. Korkarım bir süre sonra pasta bende kötü çağrışımlara neden olacak.

Sebep?

Sebep, nerede boktan bir durum varsa orada pasta lafının geçmeye başlamış olması.

Buyurun mesela:

‘‘Türkiye 'Irak pastası kaçmasın' atağına geçti.’’

Bir leşi paylaşan akbabalar geliyor aklıma.

Ama ‘‘leş’’ değil ‘‘pasta’’ nedense ortadaki. Haklı olabilirler. Birilerinin düştüğü durumdan maddi manevi çıkar sağlama halinin tadına, tıpkı pasta gibi, doyum olmuyordur herhalde.

Pastadan soğutacaklar beni, o olacak.

Bana bakın!

Neyi paylaşırsanız paylaşın ama bana daima romantizmi, naifliği, pembeyi, beyazı, yumuşaklığı, hafifliği, hoşluğu, sevinci düşündüren pastamı rahat bırakın.


Hülya’nın kiloları


Bakın bu önemli konu işte.

Bir kadına asla söylenmeyecek tek şey vardır, o da kilo aldığı hususudur.

Kederden ölüp gitmesine sebep olabilirsiniz. Obez olsa söylemeyeceksiniz.

Gerçi kim ne derse desin her şişman kadının bir çıkış kapısı vardır kendince.

‘‘Evet ama popom yoktur benim farkındaysan.’’

‘‘Evet ama kilomu göstermem ben pek.’’

‘‘Evet ama boyum var.’’

‘‘Evet ama etim sıkıdır benim, sarkanım kalkanım yoktur.’’

Böyle uzar gider.

Uzatmayayım, sen kalk bizim gazetelerden biri Hülya Avşar için ‘‘Elbisesinden taşan fazla kiloları gözden kaçmadı’’ de.

Bu durumda kadın olarak imdadına koşmak zorunda hissettim kendimi. Sırf Hülya için değil, hangi kadın olsa koşardım. Bilirim çünkü yaptığı tahribatı.

Benim için iki Hülya Avşar var.

Biri tanıdığım minyon, çıtı pıtı Hülya, öteki ekrandaki irikıyım Hülya. Tamam, ekran herkesi olduğundan şişman gösteriyor ama Hülya'da başka bir şey daha var.

O şey, giydiği kıyafetler.

En sıska kadını bile kilolu gösterecek modeller vardır, Hülya onları seçiyor nedense. En güzel kadının bile gizleyeceği bir yeri vardır, buna da dikkat etmiyor Hülya.

Bazen çok sıradan bir konuğu bile ondan iyi duruyor ekranda. Şaşırıyorum.

Halbuki modacısı da yabana atılacak biri değil.

Anlamıyorum.

Diyeceğim, Hülya şişman falan değil arkadaşlar. Sadece, galiba güzelliğine çok güvendiğinden, ne giyse yakışacağını zannediyor. O kadar.

Bu memleket meselesine de parmak basma fırsatı buldum çok şükür.


MIŞ-MUŞ


Vergi rekortmeni Cemil Özgür, ‘‘Ankara'da benden zengin 30 kişi var’’ demiş.

Onlar da ‘‘Ankara'da bir enayi var’’ diyorlardır.

İnegöl'de yeşil kart sahibi bir adamın 7 evi, 2 dükkánı olduğu ortaya çıkmış.

Ben adamın yerinde olsam ‘‘Sağlığa para harcanmayınca mal mülk sahibi olunabiliyor’’ deyip hem kendimi savunmuş, hem de memleketin haline bir geçirme yapmış olurdum.

Saddam en son ağlarken görülmüş.

Kim olsa ağlardı; heykelsiz kalmak kolay mı?

Denktaş Gül'ü sinirlendirmiş.

Bir direnen Gül kalmıştı.

Halk bol bol tüketirse Türkiye krizden çıkacakmış.

Seve seve. Bedava verirlerse neden tüketmeyelim?
Yazarın Tüm Yazıları