Bugün benim amcam öldü

Bundan tam altı sene önce, bugün “Huysuz İhtiyar”ımız, benim biricik amcam babamın yanına göç ediverdi.

Haberin Devamı

Bodrum’a tatile gitmişti. O tatile gittiğinde ben tuhaf bir hastalık geçirdim. Bir sabah bir kalktım her şeyi çift görüyorum. Tabi ki paniğe kapıldık ailece, beynimde bir şey olmasından şüphe edildi. Doktorlar, hastaneler, başladı bir koşuşturmaca. Allah’tan sonuç kötü çıkmadı, yani beynimde bir şey yoktu.
Miller fisher sendromu diye bir şey geçirdiğim ortaya çıktı. O kadar korkmuştum ki, anneme amcamı arayıp başıma gelenleri söyleyeceğim dedim.
 "Aman kızım" dedi "bak önemli bir şey de değilmiş, adamcağızı şimdi tatilde üzme.”
 “Haklısın anne” dedim, ”Kırk yılda bir tatile çıktı zaten, şimdi arayıp söylesem aklı bende kalacak.”
İki gün hastanede yattım, amcamı da hiç aramadım. Taburcu olup evime geldiğim günün akşamı, keyfi kaçık bir şekilde evimde oturuyordum, annemde bizdeydi.
 “Bu gece seni yalnız bırakmayayım, sende kalayım” dedi. Akşam saatleri annemin cep telefonu çaldı, annem yanımdan uzaklaştı; "Hayır, Teoman anlat ne oldu?” gibi sorular soruyordu.
 Teoman deyince aklıma ilk gelen babamın kuzeni oldu. Bildiğim kadarıyla o da Bodrum’daydı, hatta amcama  o;  “gel ağabey, biraz kafanı dinle” demişti.
Çift gördüğümden sendeleyerek zar zor annemin yanına gittim "Çabuk söyle, ne oldu?" Annemin suratı Çıfıt çarşısına dönmüştü "Dur Ayşe! Sakin ol, hemen panikleme, amcan kalp krizi geçirmiş, şimdi hastanedeymiş."
 “Ölmemiş değil mi anne amcam? Öldü de söylemiyor musun yoksa!”
“Hayır” dedi “Yaşıyor, dur hele bir otur.”
Nereye oturduğumu hatırlamıyorum, tek hatırladığım böğürerek ağladığım. Bir ara sakinleşir gibi olduğumda tekrar telefon çaldı arayan yine Teoman. Anneme bir baktım ki "Hayır hayır” diye veryansın ediyor.
“Anne” dedim  “Öldü değil mi, öldü işte değil mi? ”
“ Maalesef Ayşecim maalesef...”

Haberin Devamı

Bugün benim amcam öldü

26 Temmuz 2004 Bodrum’da bir otel, otelin terasında benim amcam, bir elinde bir bardak soğuk bira, diğerinde bir cinayet romanı, kafasında melon bir şapka ve ani bir kalp krizi...
Ayağa kalkmaya çalışırken yere düşüyor, o sırada ambulans gelene kadar ilk müdahaleyi otelin doktoru yapıyor.
Ambulans gelip amcam ambulansa taşınırken, şapkası yerde duruyor, amcam şapkamı verin diyor, şapkayı eline tutuşturuyorlar. O da şapkasını ona yardım eden otelin doktoruna uzatıyor; "Al  bunu, bu şapka benden sana hatıra olsun."
Ben şu an Bodrum’dayım, bir oteldeyim, elimde bir bardak bira var. Kendine “Huysuz” diyen ama bence bu dünyanın en huylu adamlarından biri olan amcam için içiyorum biramı.
Seni çok seviyorum amca, rüyamda bana boş bir defter ve bir kalem vermiştin ya, o gün bugün yazıyorum ben.
Artık benim de bir sayfam var, senin ve babamın yazdığınız yerde.
Bugün o sayfamı sana bırakıyorum, seni sevenler okusunlar ve seni ansınlar diye, Tekin’in kızı, Oğuz’un yeğeni olarak doğduğum için de her gün Rabbime teşekkür ediyorum.
Ha bu arada gereksiz taramalardan da kaçınmaya çalışıyorum, oralardan görüp de kızmayasın diye.

 

11 Temmuz 2004

 

Oğuz ARAL

Bugün benim amcam öldü

 

 

 

 

 

Bir gün ben de giderim.

 

Ben, tembel olduğum için kin tutamam. İçinde kızgınlık duygusu taşımak hamallıktır. Zaten, bunaklığımın bu balayında kime kızdığımı unuttum.

Ama birkaç kişi var ki kafamın çıplak tepesini attırıyorlar. Örneğin Selahattin Duman, mücessem kalıbıyla ha babam pire gibi atlayıp hopluyor. Altın kakmalı 7 yıldızlı Arabistan otellerinde, Rio Karnavalı'nda, Newyork'un 4 sezon Aşevi'nde ve bilumum Avrupa şehirlerinin bilumum dilberlerini seyran edip duruyor. Gidecek yer bulamayınca da Bodrum'a kaçıyor.

Hem kız, hem güzel olmasa Ayşe Arman'ın civciv saçını başını yolmak ne keyifli olurdu. Dünyanın dört bucağında sürtüp duruyor.

Maldiv Adaları'nda lebiderya bir ev almış diye duyumlar alıyorum...

E yıllardır bana yazık değil mi yahu!Günah be!

Yatağın kenarından sessizce yere kaydım. Gece nöbetçisi Arzu Hemşire'nin arkasındaki balkonun altından görünmeden sürünerek geçtim. Koridorun sonunda duran tekerlekli sandalyeye atladım. Marşı bastım, hafifçe gaz verip yola çıktım. Köşeyi dönüp asansörlerden birine bindim, kapı çıkışından da gazladım. Vırrnn!Vırrnn!Gececiler peşime bir koşu kopardılar ama nafile...

Bulgaristan'ın eski yolları yenilenmiş. Ama yine ceza - haraç arası ayakbastı biraz yuro aldılar. Avrupa Birliği'ne girince kullanmak için yuroları şimdiden biriktiriyorlar herhalde...

Viyana'ya varınca sandalyemi araba parkına bıraktım. Bir koşu KazeŞvarz'a gittim. Gencecik bir piyanist Mozart çalıyordu. Beni görünce yine Mozart'ın Türk Marşı'nı çalmaya başladı. Ben de 5 yuroyu piyanonun üstündeki bardağın içine bıraktım. KazeŞvarz'ın hemen bitişiğinde Viyana Konservatuvarı vardır. Kemancısı, flütçüsü, piyanocusu dersten sonra buraya gelip hem çalar hem ufaktan yollarını bulurlardı.

Sonra Viyana Hukuk Fakültesi'ne uğrayıp arkadaşım Prof. Karl Vayz'la hasret giderdim. Fakültedeki konferansımda biraz takıştık sonra seviştikti. Karl,

‘Sen Türk mizahını bizim mizahımızdan çok üstün buluyorsun. Hatta bizimle dalga geçiyorsun. Çünkü çok haklısın. Ben her gün aynı yemekleri yerim, aynı tramvaya binip evime aynı saatte giderim. Kaç yaşımda emekli olup kaç para alacağımı şimdiden bilirim.

Bizde elektrikler bile kesilmez. Yaşamımızda şaşırmayı ya da korkmayı bilmeyiz. Oysa Türkiye'ye dönünce havaalanından evine kaç saatte varacağını bilemezsin. Hatta öldürüleceğini bile bilemezsin... Heyecan, korku, ikilem olunca mizah da gelişir.'

Konferanstan sonra Karl'ı bir bara götürdüm. Her kadehten sonra saatine bakıyordu.

Banyodaki küveti doldurdum. Küvetin yanı başına oturup çorba kaşığıyla fış fış kürek çekmeye başladım. Bir de türkü tutturup Manş'ı geçtim. Londra'ya varır varmaz Leystir Skuvayr'daki pabıma damladım.

‘Barın arkasında seni bulunca çok sevindim Con. Geçen gelişimde sarı, sıska ve küpeli bir oğlan barmenlik yapıyordu. İştahımı kapattığı için sadece 4 duble viski içebilmiştim. Sen emekli olmamış mıydın?'

‘Senin Londra'ya uğradığını duydum. İrlanda'daki köyümden kalkıp geldim. O sıska delikanlı seni sırtında taşıyıp taksi durağına kadar götüremez. Zaten 100 kilo olmana ramak kalmış. Skoç mu? Ayriş mi?'

‘İrlanda... 8 duble olsun.'

Con, tezgâha 8 kadehi sıraladı. Önce kadehleri tek tek kokladım. Sonra da işaret parmağımı teker teker kadehlere daldırdım, parmağımı emdim.

‘Kalanları sen iç Con.'

Con benim viskileri tek tek dikmeye başladı. Keyifle,

‘Ay lav yors daktırs!' dedi.

Savt Kensingtın'da bir evin kapısını çaldım. Kapıyı çalan şişko saçları daraz daraz, göğüsleri göbeğine değen bir hanım açtı.

‘Heloo...'

‘Heloo...'

‘Mis Ceyn Hemiltın'ı görmek istiyorum.'

‘Niye?'

‘Çok eski bir arkadaşımdır. Ceni ev mi değiştirdi yoksa?'

‘Hayır, Ceni hala aynı evde oturuyor. Yani Ceni benim. Siz kimsiniz?'

‘Ceni'nin maziden kalma mavi gözlerine bakıp skuiz mi?Ceni 30 yaşında filandı.'
deyip baybay dedim. Ama işin en acıklı yanı Ceni de beni tanımadı... Düşünebiliyor musunuz, kınından çıkmış kılıç gibi (Bu deyim Lütfü Akad'ındır.) saçı burnuna düşmüş herifi tanıyamadı. Bence Ceni'nin bir göz doktoruna ihtiyacı var.

Hazır buralara kadar gelmişken Lizbon'a uğrayıp öyle öpek de gideyim dedim. Kaşığımla fış fış kürek çekip Portekiz'e vardım. Amanın bir baktım ki Lizbon halkının yarıdan fazlası Türk milleti... Hani bir iyiliksever fakir halkına pirinç, un torbası ya da fanila filan dağıtıyor da asil milletimiz itiş kakış birbirlerini tepeleyerek öteberiyi kapışıyor ya Lizbon'un durumu da aynı... Allah korusun Türk milleti takımı şampiyonaya katılsa Portekizliler yer bulabilmek için komşu İspanya'da soluğu alırlardı.

Yönetmenimiz Ertuğrul Özkök ve koordinatörümüz Fikret Ercan'ın diplerine takılıp final gecesine gittim.

Ertuğrul Özkök'ün dünyayı zırt pırt dolanmasına hiç bozulmuyorum. Hatta gazetedeki arkadaşlar yokluğunda yeni angarya icat olmadığı için mutlu bile oluyorlar. Özellikle Neyyire...

‘Sence kim şampiyon olacak?'

Fikret, alçaktan gülümseyen bir bakışla,

‘Yoksa tereddüdün mü var?Portekiz kendi ülkesinde oynuyor. Yunanlar buraya kadar ancak kısmetle, tavşan sopaya çarptı... Ama sen futbol cahili olduğun için Portekizlilerin kaç tane yıldız futbolcusu olduğundan haberin yoktur.'

‘Fikretçiğim anladığım kadarıyla Portekiz yenilecek.'

‘Niye be?'

‘Sen Beşiktaş Yönetim Kurulu üyesi değil misin?'

‘Evet.'

‘Sen Beşiktaş'ı batırdığın gibi Portekiz'i de batırırsın.'

Fikret'in esmer teni daha karardı. Ertuğrul'la yer değiştirdi.

Ben tam

‘Zito Yunanistaan!' diye böğürürken Arzu Hemşire önce 4 hap yutturup sonra da kaba etimin en hassas yerine mızrak gibi bir iğne sapladı.

Ben de Floransa'da Botiçelli’ye seyrana durdum.

 

 

 


 

Yazarın Tüm Yazıları