Böyle olur çakıların düğünü

Geçenlerde yanılıp Tekirdağ civarlarında bir köy düğününe katılmış bulunduk. Elimiz mahkûmdu. Selçuk Tepeli, ergenlik dönemlerinden beri soyadına katmaya uğraştığı Eda ile evlenecekti.

Selçuk Tekirdağlıdır ve biz bir dönem Aktüel'de birlikte çalışmışızdır.

İyi, güzel, doluştuk arkadaşlarla bir servis aracının -alámetin yani- içine, kıyamete doğru yola koyulduk. Bu arada, tüyo bábında belirtelim: Biz, o dönem Aktüel tayfası olarak, Tünel'deki, Balkan havaları çalan Badehane'de ter ter tepinmek gibi bir ádet edinmiştik.

Selçuk, memleket havaları çaldığı ve kendisi maalesef hayata karşı tek başına kılıç kalkan ekibi misáli girişmeyi huy edinmiş, ismiyle müsemma bir Selçuk olduğu için iyice gaza gelmiş bulundu. Ne yaptı etti, kısa süre zarfında, köyden arkadaşlarından oluşan grupla, haftada bir gün Badehane'de çalmaya başladı. Kendileri, ekibin darbukatörlüğü görevini üstlenmişti.

Ben şimdi size düğünü, köyü, meydanı, vişne ve iğde ve incir ağaçlarını, hele ki çocukları filan anlatmayacağım; ayıptır. Yol hikáyesinden dem vurayım, pay biçin: Balmumcu'dan çıktığımız yolda ilk durağımız Dolapdere'ydi, zira orkestra da bizimle gelecekti. Oradaki bekleyişimiz, yaklaşık 40 dakika sürdü; bilin bakalım niye? Orkestranın nefesli üstádlarından biri minibüsün yanında mevcuttu ve fakat enstrümanını evde unutmuştu. ‘‘Ne güzel,’’ dedik; ‘‘biz de istiyoruz o kafadan. Ne kullanıyorsunuz siz?’’

Siz neyle kafa bulursunuz?

‘Klarinet...’

‘‘Klarinet’’ dedi arkadaş, esrik esrik... O noktada pes ettik.

Sonra tekrar koyulduk yola; neymiş? Silivri civarından orkestranın geri kalanını toplayacağız. Kulağımızı, gerimizden gösterecektik.

E, tamam, takım orada da... Davulcu, tokmakları evde unutmuş! Başta şaka zannettik. Değilmiş! Antrenmanlıyız ya, bu kez o kadar da şaşırmadık. Sonra gişelerin ordan gelinle damat ve aile eşrafının bir kısmıyla da buluşup, ‘‘olay mahali’’ne ulaştık. Nasıl olabildi, bana sormayın. Ama İstanbul'dan yola 15.30'da çıkmıştık, köye vardığımızda saatler 19.00 (küsur) civarındaydı.

Allah da bizi davul etsin! Haftalardır gözlerini iki satırcık uyku tutmuş tutmamış bir İstanbul Yaz Yorgunu, kalkıp bünyeyi zorlamak adına ne yapmalıdır? Ben size ne yapılmaması gerektiğini söyleyeyim: Burhan Öçal ve Trakya All Stars konserine gitmemelidir.

Biz haftalardır, alláme-i cihanmışız ve dahi Zegna'ymışız, bir de üzerine She-Woman'mışız gibi öööyle yatağı şaşmış bir küçücük derecikmiş gibi takıl makıl, çakıl makıl, akıyoruz, kokuyoruz, şükür...

TRAKYA YILDIZ BOYU

Ya, kusura bakmayın, daha önce de uyardım; Perşembe akşamı Burhan Öçal'ın arkasına Trakya All Stars Band'i de alarak, Harbiye Cemil Topuzlu'daki Most Productions tarafından organize edilen Açıkhava Konserleri kapsamında verdiği konseri izlemeye gittik. Kulak, burun, ter gözeneklerimizden adrenalin fışkırıyor anlayacağınız. Uyku bize haram anlayacağınız.

Yok yani, Burhan Aga bir android; Altı Milyon Dolarlık Adam, Terminatör ve sair... Parmaklarını ve o zıpkın gibi bedenini ve o keklik gibi dansını ve maestroluk melekelerini, her türden virtüözlüğünü, tebessümünü, izleyiciye hitabını yine izledik de, efsunlandık da geldik...

Kusura bakma Selçuk'çuğum -lákábın Boticelli Nuri olsa da ve sana sevgim bolsa da- büyüyünce bütün tayfayı şöyle bir topla, şavolle gel de bak bakalım, topunuz bir Burhan Öçal edecek misiniz? Hem bak, Burhan Ağabey'in öyle söylüyor, siz darbukacı değil, dümbelekçiymişsiniz.

(Yahu Selçuk şimdi hırs yapıp, gazeteciliği bırakıp Montreux Caz Festivali'ne katılır mı şimdi bir de?! Eyvah eyvah!)


Bilirkişi raporu


Bundan birkaç yıl önce, kanadımız kolumuz, gazete yazarı bir arkadaşımıza civelek sesli bir telefon geliyor: ‘‘... Bey, Ben ... Hanım;’’ Sessizlik... Hanımefendi devam ediyor: ‘‘Ben düşündüm taşındım da birbirine yakın üslûplarımız var. Diyorum ki, bir gün siz, bir gün ben, aynı konu hakkında yazı yazalım.’’ Bizimki tabii kadınlar karşısında dumura uğramaya alışkın bir arkadaş olduğu için, eveliyor geveliyor, hanımefendiye, gazeteye yazar tayin etme, kadrolu adam alma gibi yetkileri olmadığını anlatmaya çalışıyor.

Gelelim 2003'e, geçtiğimiz haftalara: Bilirkişi Hanım'ın -artık bu noktada isim de verelim ki dedikodu kısmısı tam olsun- yani İlhan Uçkan'ın son kitabı ‘‘Doğru Erkeği Bulma Kılavuzu, Oynar-insan 3 (Epsilon Yay.)’’ piyasaya sürülüp, çarşaf çarşaf gazete-dergi sayfası röportajlarını görünce, háliyle meraka düşüyoruz. Zira Uçkan, spotlarda şöyle tanımlanıyor: ‘‘Doğru erkeği buldu, evli, kocasını, kayınvalidesini, kedisini ve kendisini çok seviyor.’’ Hatta kendilerinin şöyle beyanatlar vermişliği de bulunuyor: ‘‘Üzerinde 'Benden bir tane daha yok' yazılı tişört giymek istiyorum.’’ Biz bu hormonlu özgüven karşısında şöyle bir öksürüp, genzimizi temizleyip, ‘‘O Koca’’nın peşine düşüyoruz tabii... Koca, biliyorsunuz, titri, üç satır falan tutan bir başka bilirkişi, akademisyen ama cismen nezdimizde bir meçhûl. İlhan Hanım'ın kendisine ‘‘Kurabiyem, Civcivim’’ gibi şirrrin hitap şekillerine kafa sallayarak yanıt veriyormuş ve evliliklerine nazar değecek diye korkuyormuş.

BÜYÜYÜNCE OLACAZ

İlhan Hanım, ne katiller yakalayıp konuşturmuş bir arkadaşımız tarafından aranıyor, kendisinden randevu talep ediliyor: ‘‘Hani şu bahsi bolca geçen kocayla bir görüşsek?’’ İzin çıkmıyor! Hikáyesi fazlasıyla uzun, saçma ve gülünç ama arkadaşlarla karar verdik, kitap yapacağız, Fanfinfon Dizimiz'e saklıyoruz. Bir tek giriş cümlesi bábında ilk yanıtını ifşa edelim: ‘‘Ni-hi-hi-hi-hhaaa! Ayyyolll, ben daha bitmedim ki kocayı soruyorsunuz?!’’ Nasıl bir özgüven ve içgörü yoksunluğuysa, dünya yüzündeki nev-i şahsına münhasır onca milyar kadının içinde kendini tek ve bilirkişi ilan etmek? Cinsiyet değiştirince, İlhan Uçkan olmak istiyoruz. İstiyoruz, olsun...


Medeni ‘cüret’


Evli olanlar ellerini kaldırsın: Şimdi de etrafta kameraman yoksa, noter huzurunda bir kez daha yemin etsin. Zira artık, ‘‘H.A.-K.Ç. Modeli’’ hüküm sürmektedir. Ortada kamera yoksa, evin içinde olan bitenlere dair beyanatta bulunmak, noter nezdinde değilse -noter ki kameranın bizatihi kendisidir- makbul değildir; caizi hiç sormayın! Benim hálá bir ebleh Kova olarak umudum var. Bekliyorum yani. Marazdan hayır da doğar ya hani, kimse madem Anayasa'nın sekmelerini, tökezlerini iplemiyor; belki TeleVole'den umut çıkar. Zina'nın da Zira'nın da tanımı baştan belirlenir. Olur olur, olmaz demeyiniz, burası Türkiye, OLMAZ, OLMAZ!!!
Yazarın Tüm Yazıları