Biz kimiz

BİZ bu soruyu kendimize çok sorduk. Ama ne tek din, ne tek etnik köken arayışına girmeden yanıt aramanın doğru olduğu konusunda geniş bir uzlaşma sağlamamız gerektiğinde birleştik. Bunu başardık mı?

Tam anlamıyla olmasa bile, Avrupa Birliği hedefi çerçevesinde, özgürlük sınırlarını genişleterek, doğru bir yolda ilerliyoruz. Irkçı ve milliyetçi siyasetlerde ortak çıkarlara aykırı bir sertlik olduğunu daha geniş kesimler anlıyor bugün.

Ama aksini savunanların, eşitlik değil hakimiyet mücadelelerine prim verenlerin soruları devam ediyor. Siz, biz değilsiniz.

Amerikan aşırı sağının önde gelen isimlerinden olan ve medeniyetler çatışması tezini savunduğu makalesi ile tartışma yaratan Harvardlı Profesör Samuel P. Huntington yeni kitabında Amerikan kimliğini sorguluyor.

Huntington, Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in arkasındaki Smith Richardson Foundation tarafından desteklenen kitabında, beyaz Amerika’nın güçlendirilmesi gerektiğini savunuyor.

Huntington’a göre Amerikan mozaiğinin birleştirici unsuru, Amerikan Protestanlığı. Avrupa’ya kıyasla Amerikan Protestanlığının, insan ile Allah arasına hiçbir farklı hiyerarşi sokmadığını, bu şekilde insanın ve bireyselleşmenin önem kazandığını ileri süren Huntington’a göre başka hiçbir din bu sonucu sağlamıyor. Amerikan liberalizminin farklılığı dini temelde yatıyor Huntington’a göre.

Amerika’ya ilk gelen göçmenler bu ortama ayak uydururken, şimdiki Meksikalı Katolik göçmenler ise, kazandıkları ayrıcalıklar ve haklar nedeniyle kendi kültürlerini koruyorlar ve Amerikan kültürü için ‘tehdit’ oluşturuyorlar.

‘Eğer Amerika, Fransızlar tarafından kurulsaydı, Quebec olurdu, Portekizliler hakim olsaydı Brezilya’ diyen Huntington’ın köklere dönüş çağrısı, beni medeniyetler çatışması tezinden daha fazla tedirgin ediyor.

* * *

BU ilk bakıldığında masum görünen yaklaşım, aslında çok tehlikeli ırkçı öz taşıyor.

Huntington’ın daha önceki yazılarında da var aslında bu aşırı sağcı muhafazakar bakış açısı.

Huntington, 1957’de yazdığı, ‘Asker ve Devlet’ başlıklı makalesinde, İkinci Dünya Savaşı’nda, ABD’nin izlediği Alman ve Japonya karşıtı çizgiyi eleştirmiş ve bunun Sovyetler’in güçlenmesine neden olduğunu ileri sürmüştü. Hitler’in ve faşizmin anılarının çok daha canlı olduğu yıllarda, bunları yazabilen biri, bugün açıkça ırkçılık yapmaktan neden utansın?

Amerika’ya, Müslümanlar daha sonra geldiler. Ama Katolikler ve Yahudiler, Amerikan kültür mozaiğinin asli unsurları olarak nasıl yok sayılabilir ki?

* * *

SAĞ en geleneksel düşüncelerini, mahkum edilmiş olan yaklaşımlarını, üzerinden çok zaman geçmesinin rahatlığıyla parlatıp piyasaya sürüyor.

Solun zaafı yüzünden oluyor bunlar. Irkçılık bir zamanlar utanılacak bir şeydi. Şimdi bunun ieolojisi yapılıyorsa, ‘azınlık haklarının ulusal kimlikleri sulandırdığı’ teorileri yapılıyorsa bu meselenin üzerine çok ama çok ciddi eğilmenin zamanı gelmiştir.

İki hafta önce Polonya’da, Avrupa Birliği’ne yeni giren ülkelerin aydınlarının katıldığı bir toplantıda, yeni dönemin büyük sorunları arasında en önemlisi, ‘güçlü bir sol hareketin yokluğu’ olarak gösterildi.

Sovyetler Birliği’nin dağılması, solun söylemlerinin tümünün hatalı olduğu sonucunu doğurdu. Oysa solun, ırkçılığa karşı kardeşliğin savunulduğu bir dünyayı öngören söylemleri, sağın eskilerinden daha onurlu değil mi?
Yazarın Tüm Yazıları