Biraz önce indim uçaktan

Sadece 9 gün geçmişti ama havalar soğmuş, buralara kış çoktan gelmişti.

Üşüdüm.

Ama tenimin 20-25 derece düşük bir ısıya uyum sağlamaya çalışmasının ötesinde bir şeydi bu.

Gitmelerin en fena yanı dönmekti.

Tekrar o çarkın içine girmekti.

Çark mı ne demek?

Meli ve malı'yla biten (aslında bitmek bilmeyen!) cümlelerin kurulması demek. Sadece kurulsa iyi, bütün o eylemleri birbir hayata geçirmek demek. İdare etmek, alttan almak, saçma sapan şeyler için uğraşmak, çabalamak demek.

Çark, içinden çıkılınca girilmesi zor, içinde olunca da terk etmesi neredeyse imkansız şey demek.

Ara veriyorsun ancak.

Ara verince de benim gibi sudan çıkmış balığa dönüyorsun!

O zaman ne oluyor?

Her şey saçma geliyor.

Uyduruk geliyor.

Anlamsız geliyor.

Şaşkın gözlerle baktım önce.

Sivri pabuçlu gergin şehirli kadınlara, bir yerlere koşturan pardesülü çatık kaşlı adamlara, trafikte acele eden ona buna küfreden insanlara...

Bir de kendime baktım:

Kafamda şapka, üzerimde boktan bir tişört, ayağımda parmaktan geçme terlikler ve elimde taa oralardan getirdiğim yağlı boya resimler...

Pardon ilk uçak ne zamandı Endonezya'ya!

***

9 gün boyunca farklı bir dünyadaydım ben.

Kendi dünyamdan çok uzaklardaydım.

Kendimi beğendirmem, maharetlerimi sergilemem ya da olmayan maharetlerimi varmış gibi göstermem gerekmiyordu.

Ve şimdi ben hoş geldim!

Tam 30 saatimi aldı buraya gelmem, evime varmam.

Yakınlaştığımı sandıkça ben aslında kendimden mi uzaklaşıyorum?

Sürekli nafile bir çaba içine mi giriyorum?

İzninizle bu soruya -adalı kız ve şehirli kadın arasında sıkışıp kalmış bir yaratık olarak- şu anda cevap veremiyorum.

***

Koydum koymasına bedenimi 30 saat önce bir uçağa ama...

Ruhum?

Bir mızmızlandı, bir mızmızlandı...

Dedim ki:

‘‘Hadi yürü eve gidiyoruz.’’

Suratıma tuhaf tuhaf baktı:

‘‘Ev mi?’’

Bir türlü gelmek istemedi.

Onu resmen sürüklemem icap etti.

Zaten benden (ve sizden) bir kaç gün izin istedi.

Dolanıyor halen o uzaklardaki adada.

Ama gelecek.

Şimdilik, palmiyelerin içine gizlenmiş o daracık köy yollarında, çıplak ayak bisiklete biniyor. Çocukken olduğu gibi pedal, ayak bileklerine çarpıyor, öğrenemedi ki adam gibi bisiklete binmeyi... Hele bu vitesli bisikletler ona tamamen yabancı, yokuş aşağı olması gerekenden daha hızlı iniyor ama o sürekli gülüyor... Kırk kere söyledim, ellerini iki yana açarak bisiklete binme tehlikeli diye, dinleyen mi var? Gördüğü her pirinç tarlasına dalıyor. Yeni edindiği Hindu arkadaşlarıyla İngilizce demeye bin tanık isteyecek komik bir dilde konuşuyor. Aksanı bile artık onlar gibi. Hoşuna giden her eve girip, ‘‘Tapınağınıza bayıldım, bir gezebilir miyim?’’ diyor.

Bense söylüyorum ona:

‘‘Bana bak! Ben buradayım, senin de gelmen gerekiyor. Bali'yi unut artık, şehir kadın olmamız icap ediyor!’’

Dinlemiyor.

Evet ben buradayım, ama ruhum bana oradan el sallıyor.

Yakında birleşiriz.

O zaman tekrar görüşmek üzere...

HAMİŞ: Bu arada hepinizin Cumhuriyet Bayramı'nı kutluyorum.

HAMİŞ 2: Ruhumun bir tarafı adalı kız olabilir ama neticede şehirli bir gazeteciyim. Haftasonu inşallah yeniden olacağım yani! İkinci kitabım da çıktı biliyorsunuz, henüz ben de göremedim, demek istiyorum ki, Cumartesi-Pazar TÜYAP Kitap Fuarı'ndayım. Saat 13-15:00 arası. Hem kitabımı hem de beni görmek istersiniz diye...

HAMİŞ 3: Ruhum benimle olacak söz!
Yazarın Tüm Yazıları