Beyrut yollarında

Beyrut’ta ünlü Byblos kentini ve dünyanın yedi harikasından biri olmaya aday Jeita mağaralarıyla Baalbek kalıntılarını da eklerseniz, gezilecek hayli yer var. Bir araba kiralayıp çevreyi de gezmeye niyetliydik ama şehre adım attığımız anda bunun ham hayal olduğunu anladık

Doğu’ya gidildiğinin en belirgin göstergelerinden biri nedir, diye sorarsanız trafik derim. Pusula gibi, şaşmaz.
Doğu’ya gidildikçe trafik içinden çıkılmaz bir yumak halini alır.
Kuralsızlık, acı fren sesleri, kırmızı ışık yeşile döner dönmez basılan kornalar, en küçük bir itilafta boğaz boğaza gelen sürücüler...
Atina’nın trafiği İstanbul’dan iyidir mesela. İstanbul’unki Kahire’nin yanında zemzem suyuyla yıkanmış gibi kalır. Kahire de Delhi’ye kıyasla sütten çıkma ak kaşık. Pekin’de karşıdan karşıya geçmek yürek ister. Kamboçya’daysa sokağa adım atan ölümü sırtında hisseder. Japonya’ya kadar böyle sürer gider bu. Orada pusula tersine döner./images/100/0x0/55ead597f018fbb8f899b51f
Beyrut’a gitmeden, bir araba kiralayıp çevreyi de gezmeye niyetliydik ama şehre adım attığımız anda bunun ham hayal olduğunu anladık. Havaalanını şehre bağlayan yolda karşılaştığımız trafik, ‘canavar’ sözcüğünü mumla aratacak cinstendi çünkü.
Handiyse bütün arabaların, nuh-u nebiden kalanlardan tutun da her biri servet değerindeki afili modellere kadar hemen hepsinin sağının çarpık, burnunun göçük olduğunu görmek bile, gezelim derken telef olunabileceğinin canlı örneği olarak dururken araba kiralamaya kalkmak için saf değil düpedüz aptal olmak gerekir...
Beyrut geçen hafta da yazdığım gibi küçük bir şehir... Küçük ama yaygın. Özellikle de iç savaş sırasında şehirden kaçanların sığındıkları dağ kasabaları mutlaka gezilip görülmesi gereken yerlerden
Bir de deniz kıyısı var elbette. Buna sekiz bin yıllık tarihi olan ünlü Byblos kentini ve dünyanın yedi harikasından biri olmaya aday Jeita mağaralarıyla Baalbek kalıntılarını da eklerseniz gezilecek hayli yer var.
Yürüyerek de gidemeyeceğimize göre şoförlü bir araba kiralamaya karar verdik. Biraz da şans eseri karşımıza çıkan Hassan’la bu dert çözüldü.
Aman siz siz olun, yolunuz Beyrut’a düşerse sakın ola araba filan kiralamaya kalkmayın. Şehir zaten hap kadar ve taksi bulmak kolay. Sözünü ettiğim yerlere düzenli otobüs seferleri de var. Bunun dışında günde 100 dolar gibi ücret karşılığında bizim gibi yapabilir, yüzde doksanı gönüllü rehber de olan Hassan gibi şoförlerle Beyrut civarını gezebilirsiniz.

Bir çılgının elinden olağanüstü bir yemek

Jeita’dan hepimiz birer İndiana Jones olarak çıktıktan sonra Byblos’a gitmek üzere yola koyulduk.
Arada duracak önce Antony Bourdain’in programında sonra Vedat Milor’un Beyrut yolculuğunda övgüyle sözü ettiğini izlediğim Chez Magee’de öğle yemeği yiyeceğiz.
Hassan kötü Fransızcasıyla lokantanın bulunduğu bölgenin Byblos’tan daha ileride olduğunu anlatmaya çalışıp bizi Byblos’da durmamız için ikna etmeye uğraştıysa da, iki taam erbabının yolunu izlemeye ahdetmiş bir grup olarak Makaad el Mir’e gitmeye kararlıyız.
Bulabilir ve gidebilirsek tabii... O ne trafikti tanrım. O ne labirent...
Yolda kimlere kimlere sormadık ki Makaad el Mir denilen yeri. Elimde telefon numarası var. Arıyor ve lokantanın sahibesinden lokantanın yerini tarif etmesini istiyorum beş dakikada bir. Ediyor. Hassan “tamam” diyor, dönüyor dolanıyor kötü bir şaka gibi döndüğümüz yere geliyor!
Böyle döne dolana bir saat geçirdikten sonra Chez Magee’ye ulaştık. Sözünü ettiğim iki programda da mekanın salaş olduğundan söz ediliyor ve görülüyordu gerçi ama bu kadarını beklemiyordum. Lokanta Mir’in sandalyesi anlamına gelen kayalıkların üzerine kurulu derme çatma bir mekan. Sahibesi Magee ise tam bir çılgın. Sekiz masa, koridora kurulu uzun bir kömür ızgarası, el kadar mutfak, analar torunlar ortalıkta...
Lokantanın yanına yapışık gecekondu benzeri diğer evlerde yaşayanlar, evlerine gitmek için lokantanın içinden geçmek zorunda.
Dahasını anlatmaya gerek var mı?
Dahası şu: Deniz kestanesi, istiridye, mavi pavurya, ahtapot, karides, zencefilli saşimi, balık, faruş, humus gibi salata ve soğuk mezelerle yenilen olağanüstü bir yemek... Yudumlanan harika arak, bölgenin en iyisi beyaz şarap ve bira da cabası... Ortaya bir mavi yengeç bir ahtapot geldiği sanılmasın. Beş kişiye beş pavurya, ikişer istiridye bol kepçe...
Ve biz beş kişi o yemek için 100 dolar ödedik iyi mi? Makaad el Mir’e gitmek için dönme dolap olmaya, varın siz düşünün değer mi, değmez mi?

Hey gidi Tabiat Ana sen nelere kadirsin

İlk iki gün şehrin girdisini çıktısını görmekle geçti. Üçüncü gün ver elini Jeita dedik ve akıl almaz güzellikteki bir dağ yolundan geçerek mağaraların bulunduğu yere gittik. Aslını soracak olursanız, kısa bir süre için geldiğim bir ülkede görmek isteyeceğim son yer ne kadar ilginç olursa olsun, mağara gezmek olur benim. Ama Defnoş yolculuk öncesi Jeita’dan o kadar övgüyle söz edildiğini okumuştu ki, gitmemek olmazdı. Gelinime güvenmeyeceğim de kime güveneceğim?
Sarkıt ve dikit dendiğinde İnkuyu mağarası gelir benim aklıma. Ne yalan İnkuyu, hadi bilemedin İnkuyu irisi bir mağarayla karşılaşacağımı sanırken öyle bir güzellikle karşılaştım ki yolu uzattığımıza değdi. Değmek ne kelime, Jeita tıpkı İguazu şelaleleri gibi ruhuma ve aklıma çakıldı kaldı. İçine girdiğiniz anda nefesinizi tutuyor ve çıkana kadar bırakamıyorsunuz. Boşuna yeniden seçilecek dünyanın yedi harikasından biri olmaya aday değil. Gerçekten de büyüleyici, aşağısı ayrı, yukarısı ayrı etkileyici mağaralar bunlar. Dikit ve sarkıtların her santiminin oluşması için yüz yıl geçmesi gerektiğine bakılırsa milyonlarca yıllık bir oluşumdan söz ediyoruz.

Sekiz bin yıllık tarih

Gelelim Byblos’a...
Beyrut’a gidenin Byblos’a gitmeden döneceğine ihtimal vermem ama olur da şehrin büyüsüne kapılıp da yarım saatlik yolu gözünde büyüten olursa yazık ederler derim.
Üşenmesinler...
Tarihi kalıntı gezmekten hoşlanmasalar bile ne yapıp ne edip Byblos’a gitsinler..
Alaçatı gibi küçük bir kasaba düşünün. Hafta sonları dolup taşan...
Yanı başında da insanın yüreğini hoplatan sekiz bin yıllık bir geçmiş...
İç içe dip dibe huzur içinde...
Yazarın Tüm Yazıları