Beyaz sayfa açıyorum!

BUNDAN sonra hiçbir Türk filmi için ‘Uzak durun!’ diye ahkám kesmemeye yemin etmiş durumdayım.

Çünkü şunu çok iyi anladım:

Türk sinemasında iyi senaryo yok, farklı anlatım dili yok, zekice buluşlar yok, zengin bir görsellik yok ama acayip bir ‘dayanışma’ var!

Yapımcı, yönetmen, oyuncu, gazeteci ve eleştirmenin göz yaşartıcı dayanışması!

Eğer ‘al gülüm ver gülüm’ esası üzerine bina edilmiş bu kurulu düzenin içine bodoslama dalarsan, bu müthiş dayanışmanın ne anlama geldiğini fark edersin.

Ben fark ettim ve dersimi aldım.

Adamların kendi aralarında kurdukları ‘büyük dostluk cemaati’ karşısında şapka çıkarıyorum.

Ve pes ediyorum:

Gidin kardeşim, Hababam Sınıfı’na da gidin, Hırsız Var’a da gidin!

Gülmeseniz de gidin! Sesini anlamasanız da gidin!

Bir destek de siz çıkın bizim cici sektörümüze!

Getirildiğim son nokta budur!

* * *

Müthiş dayanışma karşısında pes etmiş yazarınız, artık ‘Şans Kapıyı Kırınca filmine gittim. Gülmek için kendimi zorladım. Ama Allah için tek bir espriye bile gülemedim. Gençlik günlerimin idolü Ferhan Şensoy’la ilgili güzel anılarım yıkıldı. Aman bu filmden uzak durun!’ tarzında yazılar yazmayacak.

Ya hiç yazmamayı deneyecek ya da çok mecbur kalırsa şöyle satırlar karalayacak:

‘İşte Türk sinemasının bir yüz akı daha! Daha önce Memoli ve Zeyno gibi unutulmaz karakterleri hafızalarımıza kazıyan genç ‘büyücü’ Tayfun, öyle bir film çekmiş ki, vallahi zevkten dört köşe oldum. Komik, hem de nasıl komik. Yılların Ferhan Şensoy’u bu filmle bir kez daha doğdu. Ferhan! O kelimelerle oynayarak yaptığın esprileri hem de nasıl özlemişim! Arayı açmayalım dostum! Bu filmi mutlaka görün! Hem Küba’yı keşfediyorsun, hem de gülmekten bayılıyorsun! Eline sağlık Tayfun! Yeni film ne zaman?’

* * *

Ve sıra geldi ‘açık özürler’e: Kendilerini üzdüğüm, kurulu düzenlerini bozduğum ‘görkemli camia’dan özür diliyorum.

Büyük yetenek Gamze’den, Türk sinemasının yüz akı Mehmet Ali’den, ‘ticaretini sekteye uğrattığım’ Ferdi Eğilmez’den, bana haddimi bildiren Attila Dorsay’dan...

Hatta bu ‘yapay tartışma’ nedeniyle bunalma triplerine giren İclal’den bile.

KARLI BİR GÜN İÇİN DÖRT ÖNERİ

KİTAP: Madem Orhan Pamuk’un ‘Kar’ı yüzüne bile bakılamayacak kadar ‘tüketilmiş’ durumda, o halde Falih Rıfkı Atay’ın ‘Çankaya’sını alıp Pera Palas’a kapanmaya ne dersiniz? Hazır ‘Latife Hanım’ın ‘açılamayan’ mektupları gündemi fazlasıyla meşgul ediyorken..

DVD: Madem ‘Dikey Limit’ tarzı ‘sade suya tirit’ Amerikan filmlerine kapılarınızı kapatacak kadar ‘derinlik’ arayışı içindesiniz, işte sizi ‘derinlik sarhoşu’ yapacak bir başyapıt: Doktor Jivago. İçinde aşk var, devrim var, sınıf savaşı var, ihtiras var, gencecik bir Ömer Şerif var ve üstüne üstlük bütün bu olup bitenlere ‘yoğun kar yağışı’ eşlik ediyor. Yani daha ne olsun!

ŞİİR: Madem Cenap Şahabettin’in ‘Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş / Esini gaib eyleyen bir kuş gibi kar’ diye başlayan ‘Elhan-ı şita’sı, bizi lise yıllarımızın ‘aruz’ ve ‘vezin’ adı verilen işkencelerine götürüyor, o halde gelin hep birlikte İsmet Özel’in ‘Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak’ şiirine takılalım.

YÜRÜYÜŞ: Madem Boğaz, karlı ve soğuk günlerde yürüyüşü imkansızlaştıracak kadar rüzgarlı, o halde İstiklal Caddesi’nden Tünel’e doğru ışıltılı bir yürüyüşün tam vakti.. Bu bölgedeki ‘takılabilecek’ mekan sayısının fazlalığı da işin bonusu oluyor!
Yazarın Tüm Yazıları