Bayram için kılavuz

“Evdeki Düşman” diye bir film var, hâlâ gösterimde olan...

Haberin Devamı

“Küçük bir kız çocuğunun yaptığı fenalıklar” havasında bir film... İlk bakışta “Hep aynı hikâye...” falan diye küçümseyebilirsiniz... Ama sonu acayip şaşırtıcı bitiyor... Hem de inandırıcı... Gerilimden hoşlanıyorsanız, koltuğa mıhlanma garanti... Öyle başyapıt falan beklemeden, düşük bir beklentiyle giderseniz tatmin olmuş bir şekilde çıkarsınız...

 Madem “Başbakan’ın okurken ağladığı şiir” diye bir Erdem Bayazıt şiiri meşhur oldu son günlerde... O zaman işi burada bırakmayalım ve bu bayram Erdem Beyazıt’ın “Sebep Ey” adlı şiir kitabını okuyalım... Tabii kendisine Allah’tan rahmet dilemeyi unutmadan...

 “Bayramda ilk okunacak kitap” diye ayırdığım sevgili arkadaşım Ömer Özgüner’in romanı “Başkasını Seviyorum”u okumaya başladım... Bizim kuşağın hikâyesi gibi başladı ve su gibi akıp gidiyor... Bitirince hükmümü vereceğim.

Haberin Devamı

 İstanbul Kültür Merkezi tamamlandı... Gittim, gezdim, gördüm... Tufan Türenç’in de dediği gibi gerçekten “gurur verici” bir eser ortaya çıkmış... Siz de bu bayramda İstanbul Kültür Merkezi’ni şöyle bir dolaşıp gururlanmaya ne dersiniz?

 “Türkiye’nin en iyi portre yazarı kimdir” diye sorulsa hiç tereddütsüz Cemal Süreya derim... Vaktiyle “İki Bine Doğru” adlı dergiyi sırf onun yazdığı portreler için alırdık... Sonra o portre yazıları bir kitapta toplandı: “99 Yüz” adlı kitap, her yeniyetme yazarın “üslup ve yazarlık için ders kitabı” olacak nitelikte... Fakat Tuğçe Tatari’nin dünkü yazısından anlıyorum ki piyasada pek bulunmuyormuş... Yayınevlerinden ricamdır: Lütfen bu kitapla ilgilenir misiniz? Satışı garanti...

 Twitter’da bakıyorum: Bu bayram çevremiz Cunda’yı mesken tutmuş... Oradan mesajlar geliyor... Oraya kadar giden dostlara bir tavsiye: Ayvalık’ın içine girin... Dar sokaklar ve eski Ayvalık evlerini seyre dalın... Ve orada 1940’lardan kalma karanlık, izbe ve hayli nostaljik bakkal dükkânını mutlaka bulun... Bana dua edeceksiniz...

 Elitler tatil yörelerine attı kapağı, “Sonbaharda buralar daha güzel oluyor” diyerek... Kara kalabalıklar memleketlerine gitti, “Akraba ziyaretleri” yapmak için... Ve İstanbul biraz ıssızlaştı... Beşiktaş’tan Etiler’e beş dakikada gidilebiliyor... Ya da Taksim Meydanı’na açılan bütün yollar boş... Boğaz’da da kalabalık yok... O halde İstanbul’da kalanlar için tam da İstanbul zamanı değil mi? Bence bu fırsat kaçmaz...

Haberin Devamı

Kübra ile Büşra

Yeni Şafak gazetesinin Pazar Eki’nde türbanlı iki kardeş var...

Sanırım ikiz kardeşler...

Adları “Kübra” ve “Büşra”...

Başlarındaki örtüyü kompleksiz bir şekilde taşımaları, başka dünyalara hayli neşeli bir şekilde açılmaları ve gayet güzel işler çıkarmaları etkiliyor beni...

İyi hazırlanıyorlar... İyi soruyorlar... İyi seçiyorlar...

Üstelik görselliğe de önem veriyorlar: Konulu fotoğrafları harika!

En son Nebil Özgentürk ve ikizleriyle yaptıkları söyleşi çok güzeldi...

Aferin Kübra ve Büşra!

Durmak yok, yola devam...

Bayram mesajları

Cep telefonum arife gününden itibaren bayram kutlaması mesajlarıyla doldu taştı...

Gelen mesajların yüzde 90’ı “toplu mesajlar” kabilinden...

Haberin Devamı

Herkes için yazılmış bir metin...

Yani kendimi özel hissetmem için bir neden yok...

Benim için bir çaba sarf edilmemiş...

Fakat işte “toplu mesaj”ın yarattığı antipatiyi aşan bir mesaj...

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’dan geliyor...

Ve mesaj “Ahmetçiğim...” diye başlıyor...

Ne güzel...

Kıssadan hisse:

Madem bayramları sadece telefon mesajı kutlamalarıyla geçiştiriyoruz...

Bari bu konuda az bir emek harcamaktan kaçınmayalım.

“Fasıl” olayının demodeleşmesi

Nagehan Alçı yazmasa haberimiz bile olmayacaktı...

Demek ki Fehmi Koru, hakikaten fikri takip işini önemseyen bir gazeteci imiş... Baksanıza:

Artık kimselerin “fasıl” sözcüğünü bile duymak istemediği...

Haberin Devamı

“Gına geldi... Gına geldi...” diye haykırdığı bir dönemde...

İnat ve ısrarla “fasıl” olayına devam ediyormuş...

En son Beyaz Ev’de düzenlenen fasıl gecesinin davetli listesine baktığımızda ise olayın biraz “kendimiz çalalım, kendimiz oynayalım” noktasına geldiğini görüyoruz...

İddia ediyorum:

Eğer “inadına...” diye meydan okuma işine girilmezse...

Şu kadar “medyatik” olmuş bir olayın, bu kadar az medyatikliği kaldırması imkânsız olduğundan...

Bu fasıl olayı tez zamanda kendiliğinden dağılır.

Yazarın Tüm Yazıları