TELEVİZYONU açtığımda CHP Lideri Deniz Baykal, Abbas Güçlü’nün "Genç Bakış" programında konuşuyordu.
Yine bağırıp çağırarak...
"Herhalde Erdoğan’a ya da Unakıtan’a yüklenmekte" diye düşündüm ilk etapta.
Yanılmışım:
Meğer Baykal şiir okuyormuş.
Şöyle bir kulak kabarttığımda anladım ki, bir zamanlar benim de dikkatimi çeken Rudyard Kipling’in "Eğer" adlı öğüt-şiirinden dizeler patlatıyormuş.
Tayyip Erdoğan’a mı öykündü yoksa Abbas Güçlü’nün dolduruşuna mı geldi, artık bilemeyeceğim.
Ancak bildiğim bir şey var:
Şiir seçimi değilse bile şair seçimi, hani nasıl derler, "yanlış anlaşılmaya hayli müsait" idi.
Neden mi? Anlatayım:
Efendim, Rudyard Kipling, affınıza mağruren biraz sağcıdır. Sömürgeciliğin beyaz adamın hakkı olduğunu savunur. Majestelerinin şairidir. Ayrıca "Atatürk milliyetçisi" değil, düpedüz "İngiliz milliyetçisi"dir.
Bu nedenle Baykal gibi sosyal demokrat bir liderin, böyle bir şairin şiirini seslendirmesi pek şık kaçmamıştır.
* * *
Oysa "solcu" Baykal’a yakışır şiir sayısı, "sağcı" Tayyip Erdoğan’a yakışır şiir sayısından daha fazladır.
Mesela...
İlle de uluslararası takılacaksa Bertolt Brecht babamız ne güne duruyor?
Düşünsenize:
Baykal, onun, "Ben Bertolt Brecht / Kara ormanlardan geliyorum / Anamın karnındaydım daha / Kentlere taşıdığında beni / Ölünceye kadar kalacak bende ormanların soğuğu" şiirini şöyle epik bir haykırış ve gür bir ses ile okusaydı...
Salonda bulunan üniversiteli gençlerin tüylerinin dikenleşmesi garanti altına alınmış olmaz mıydı?
Ya da İsmet Özel’in solculuk dönemi şiirlerinden "Sevgilim Hayat"a takılsaydı...
O şiirden, "Ben öyle bilirim ki yaşamak / Berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır / Çünkü biz savaşmasak / Anamın giydiği pazen / Sofrada böldüğümüz somun / Yani ıscacık benekleri çocukluğumun / Cılk yaralar halinde yayılırlar toprağa" dizelerini haykırsaydı, üniversite öğrencilerinin üzerine birazcık "militan ruhlar" eklemez miydi?
Tamam, tamam... "Militan ruh" belki Baykal’ı ürkütür, anlıyorum.
Ama o zaman bari bir Názım patlatsaydı.
İlle de Hasan Hüseyin’den şiirler okuması gerekmez ki, mesela Cemal Süreya’dan güzel bir aşk şiiri de salonu farklı açıdan elektriklendirir, belki programın sonundaki o kavga hiç yaşanmazdı.
Ferhan için geçerli protesto nedenleri
FERHAN Şensoy, Diyarbakır’da PKK yandaşlarının, Elazığ’da ise Fethullah Gülen yanlılarının protestolarına maruz kalmış.
Ferhan Şensoy asıl şu üç nedenden dolayı protesto edilmeliydi:
BİR: Kötü ama çok kötü espriler yaptığı için.
İKİ: PKK lafını oyundan çıkardığı halde, Gülen esprisini sürdürüp çifte standart uyguladığı için.
ÜÇ: Solcuyum deyip açıktan darbe şakşakçılığı yaptığı için.
Hafta sona ermeden
Hıncal Uluç "Aman gitmeyin, berbat bir film" diye yazdı ya... Bir filmin izlenmeye değer olduğuna bundan güzel bir işaret olur mu? Hadi hep birlikte "Tutku Oyunları" adlı enteresan filme kendimizi atalım.
Anna Karenina’nın konusu "Aşkı ile kocası kalmış kadının öyküsü" diye özetlendiğinde "Tipik birTürk televizyon dizisi konusu" gibi durabilir. Ancak işin aslı hiç de öyle değildir. Tolstoy’un adamı sersemleten derin romanı "Anna Karenina", Kenter Tiyatrosu’nda sahneleniyor. Tolstoy meraklılarına "kostümlere dikkat" diyerek önerelim.
Eğer eski bir İslamcı iseniz, geçmiş günlerinizi yád etmek için Çorlulu Ali Paşa Medresesi’ndeki Erenler Çay Bahçesi’nde nargile keyfi yaşayarak nostalji yapabilirsiniz. Her şey değişse bile 30 yıldır hiç değişmeyen garsonlar, geçmiş günlerinizi hatırlatacaktır size.
İstiklal Caddesi’nin ortasındaki sokaklardan birinde kıyıda köşede kalmış bir "Çin Büfe" var. Büfe dendiğine bakmayın. Burası vitrininde bembeyaz aşçı kıyafetleriyle harıl harıl Çin yemekleri pişiren biri kadın üç Çinlinin çalıştırdığı küçük bir restoran. Bilmem, yemeklerin lezzetinden mi, yoksa "Adeta New York şekerim" havası yarattığından mı, bu büyük İstanbul’daki küçük Çin restoranı acayip ilgi görüyor. Kapısındaki kuyruk, Wagamama’nın kuyruğundan bile fazla. Denemeye ne dersiniz?