BALYOZ GEREKÇELİ KARAR (2) Şüpheden sanık yararlanır ilkesi boşlukta kaldı

BALYOZ davasının gerekçeli kararında en çok yanıtı beklenen sorulardan biri, 2003 tarihli dijital belgelerin içinden bu tarihten sonraki bazı olaylara rastlanması gibi çelişkilerin mahkeme heyeti tarafından nasıl izah edileceğiydi.

Haberin Devamı

Gerekçeli kararda delillerle ilgili itirazların yanıtlanmasına başlı başına bir bölüm ayrılmış. Bu bölüme geçmeden önce temel itirazı hatırlayalım.

* * *

Balyoz davasının neredeyse tümüne damgasını vuran tartışma, dijital delillerin içeriklerinde karşılaşılan tutarsızlıkları konu aldı. Bu tartışmayı anlayabilmenin püf noktası, savcının tezinin ana dayanağını oluşturan 11 No’lu CD’nin 5 Mart 2003 tarihinde “son kez kaydedildiği” iddiasını esas almaktır.

Bu tarih, Birinci Ordu Karargâhı’ndaki plan seminerinin başladığı günü gösteriyor. Savcı, bu semineri “darbe provası” olarak görüyor. İddianameye göre, Balyoz darbe planında görev alacak asker ve sivil personelin isimlerinin yazılı olduğu listelerin hepsi dijital Word belgeleri olarak 11 no’lu bu CD’nin içine konmuş, CD son kez kaydedilmiş ve ardından seminer başlarken Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan’a teslim edilmiştir.

Bu CD son kez 5 Mart 2003 tarihinde kaydedildiğine göre, içindeki belgelerde mantıken bu tarihin sonrasına ait olayların, durumların ve kişilerin olmaması gerekiyor. Ama...

* * *

Haberin Devamı

Bu konudaki en çarpıcı çelişkilerden biri, CD’de kayıtlı darbede el konulacak bazı işyerlerine ilişkin listeden, kuruluşu Ticaret Sicili Gazetesi’nde 2008 yılında duyurulan biri şirketin (Yeni Recordati) isminin yazılı olmasıdır. Bu, benzer örneklerden yalnızca biridir.

Bir bu kadar çarpıcı olan çelişki, yine 11 No’lu CD’den çıkan ve Balyoz darbe planları çerçevesinde görevlendirileceği ileri sürülen bazı kamu kuruluşlarındaki
(Aselsan, TÜBİTAK gibi) personel listelerinde karşımıza çıkıyor.

Balyoz soruşturmasını yürüten savcılar, 2010 Şubat ayında bu isim listelerini kurumlarına göndererek “Bu personel sizde çalışıyor mu?” sorusunu yöneltir. Gelen yanıtlarda, personelin bir bölümünün bu kurumlara 2003’ten sonra 2004-2007 yılları arasında katıldığı belirtilir.

Burada düşündürücü olan, savcılığın savunma açısından “lehte delil” niteliğindeki bu yazışmaları iddianame içinde değerlendirmek yerine olduğu gibi adli emanete göndererek, bir anlamda göz önünden kaldırmasıdır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun çok açık bir ifadeyle (madde 160) savcıları lehte delilleri de toplamakla görevli kılmasına rağmen, bu nitelikteki deliller iddianamede değerlendirilmemiş ve ancak yargılama başladıktan sonra avukatların başvurusu üzerine adli emanetten getirtilerek gün ışığına çıkmıştır.

* * *

Haberin Devamı

Bu gibi lehte delilleri, en azından mahkeme heyetinin kararını oluştururken değerlendirmeye alması beklenirdi. Gerekçeli karara bakıldığında, mahkeme heyetinin lehte delillere itibar etmediğini, savunmanın dikkat çektiği bu yöndeki çelişkileri “güncelleştirme” tezine dayanarak geçersizleştirmeye çalıştığını görüyoruz. Kararda, sıkça “delillerin güncelleştirildiği” belirtiliyor.

Ancak güncelleştirmeyi kimin, nerede ve nasıl yaptığı hususunda açık, somut ve ikna edici delillere dayanan bir tez ortayla konmuyor. Bu bölümde plan seminerinde yapılan konuşmalardaki “güncelleştirme” ifadelerine yapılan atıflardan yola çıkarak, plan ve listelerin “devam ettiği” yolunda varılan soyut bir kanaat belirtiliyor.

Mahkeme heyeti, gerekçeli kararda “ceza yargılamasının amacının somut gerçeği hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkartmak” olduğunu vurguluyor.

Bu kriter açısından yaklaştığımızda, kararda dijital deliller açısından kuşkuya yer veren durumların ortadan kalktığını söyleyebilmek mümkün değil.

Ceza hukukunun evrensel ilkelerinden biri, şüphe unsurunun her zaman sanığın lehine yorumlanmasıdır. Buna “Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi diyoruz. Bu
ilkenin Balyoz kararında hüküm verilirken gözetildiği hususunda ikna olmadım.
(Devam edecek)

Yazarın Tüm Yazıları