Bak postacı geliyor

ŞAHSINI devletle özdeşleştiren emekli büyükelçi Gündüz Aktan, ‘bizi değil yargıyı ilgilendirir’ diyerek, AB Temsilcisi Karen Fogg'un postasının nasıl çalındığı üzerinde değil, içeriği hakkında durulması gerektiğini söylüyor.

İlk bakışta haklı. Zira kendisinin de belirttiği gibi, ‘ciddi ülkeler’in hemen hepsi yabancı misyonların mahremini öğrenmek için büyük çaba harcarlar.

Ancak yine Aktan'ın vurguladığı gibi, eğer öğrenmişlerse, basına aktararak veya çağrışım yaparak, bunu dışa vurmazlar. Aksine, tedbir alınmasını önlemek ve uluslarası bir suçun faili durumuna düşmemek için ‘üç maymunlar’ı oynarlar.

Örneğin, 2. Savaş'ın İngiltere'deki Sovyet casus dörtlüsü Burgess, Blunt, Philby ve Mac Lean Yalta ve Postdam konferansları arifesindeki Washington ve Londra pozisyonlarını Moskova'ya ‘uçurmuştur’ ama, cingöz Stalin müzakerelerde bunu hiç bilmezmiş gibi davranmış ve müttefiklerin şüphelenmesini önlemiştir.

Ötesi, Amerikan askeri istihbarat örgütü ‘SIS’ ‘Verona’ programı sayesinde ABD'deki SSCB misyonunun kriptolarını ‘kırdığından’, atom bombası planlarını Kremlin'e sızdıran Rosenberg çiftinin kimliğini daha 1947'de öğrenmiştir.

Fakat Washington, ‘değirmenin suyu kesilmesin’ diye, çiftin ‘masum’ (!) olduğu yaygarasını kopartan komünistlerin 1950 duruşmasında ortalığı vaveyla vermesine; dolayısıyla da ABD'nin dünya kamuoyu nezdinde çok zor duruma düşmesine rağmen, ne mahkemede, ne de sonra elindeki delilleri açığa vuruştur.

‘Gölge savaşı’nda altın yumurtlayan tavuğu kesmek için enayi olmak gerekir.

* * *

PEKİ, nasıl oluyor da Karen Fogg'un yazışmaları bizde ayağa düştü?

Madem Gündüz Aktan'a göre postada ‘Türkiye açısından olağanüstü önem taşıyan bilgiler vardı’, o halde bunların üç kuruşluk Maocu bir varakpareye yansımasıyla neden o bilgileri ‘akıtan’ musluk artık ister istemez kapandı?

Bir tek biz mi ne halt karıştırdığımızı damdan bağıracak ölçüde ahmağız?

Bir tek biz mi altın yumurtlayan tavuğu kıtırdatacak kadar enayiyiz?

Yok canım, estağfurullah!

* * *

YUKARIDA, Aktan'ın tezinin ancak ‘ilk bakışta doğru’ olduğunu söylemiştim.

Oysa Fogg olayına derin bakılırsa burada özün değil şeklin; mazrufun değil zarfın; posta içeriğinin değil yayınlanmasının hayati olduğu göz çıkartıyor.

Ve, istisnai bile olsa, bu da çok klasik bir ‘gölge savaşı’ taktiğidir!

Malum, hemen her ülkede farklı ve muhtemelen rakip istihparat birimleri vardır. Bu rekabet genelde operasyonel planda ortaya çıkar. Tekniktir.

Ama bazen de devlet politikasına ilişkin olarak ideolojik plana yansır.

Birimlerden birini denetleyen mekanizma kendi yaklaşımı hakim kılmak ve iç ve dış tepki yaratarak ötekini nötralize etmek için özel ‘tetikçi’ kullanır.

Mahrem bilgiyi aporttakinin önüne atarak gelişmelere yön vermeyi hedefler.

* * *

ÇOCUK kandırmayalım, postayı ‘hacker’ cinsi bir korsan falan çalmadı.

Yazışma ciddi bir ‘dezenformasyon’ harekatı için çalındı ve yayınlandı.

Zaten bu işlerde üstad addedilen ve kah Apo'yla gerilla teftiş eden, kah sahte adresi delil gösteren Doğu Perinçek adlı Maocunun bizzat kendisi belgeyi ‘milli güçler’den (!) aldığını övünerek söylüyor. Kendi eti budu ise malum.

Ve şimdi soru net: Tam AB genişleme sorumlusu Günter Verheugen'in Türkiye ziyareti arifesinde ve kasten tahrif edilerek yayınlanan; dolayısıyla da hem Ankara'yı diplomatik planda zor duruma düşürmeyi; hem de kamuoyunda Avrupa'ya karşı ‘şahlanış’ (!) körüklemeyi amaçlayan kumpasın arkasında acep kim var?

Ve, şahsını devletle özdeşleştiren Gündüz Aktan ‘canım, hacker türü korsan vardır’ diyorsa, boynum kıldan ince, zahir burada da bir keramet vardır!

Hadi ilkokul şarkısı söyleyelim: ‘Bak postacı geliyor, selam veriyor...’
Yazarın Tüm Yazıları