Badana bu sefer yüzümü kızarttı

BÖYLE bir olaya ilk kez tanık oluyorum. Benzerlerini hepimiz çok duyuyoruz, yaşıyoruz.

Örneğin, öğretmen. Aldığı aylık yetmiyor, geçinemiyor. Akşamları şoförlük yapıyor. Bunu hepimiz biliyoruz.

Örneğin, üniversite öğrencisi. Ailesinden ya da bursundan aldığı para yetmiyor, geçinemiyor. Bir işte çalışıyor. Çalışması iyi. Dünyanın her yerinde, en gelişmiş ülkelerde bile, üniversite öğrencileri çalışıyor. Ama, bizdeki gibi inşaatta çalışırken ölerek değil.

Örneğin, herhangi bir memur. Aldığı aylık yetmiyor, geçinemiyor. Mesleğine uygunsa, defter tutuyor (muhasebecilik), özel bir şirkette gece bekçiliği yapan bile var.

“Memuru enflasyona ezdirmeyeceğiz” nutukları var ya, işte onu tekzip eden binlerce örnek var.

DOÇENT ADAYI

Ama, böyle bir örneği ilk kez duyuyorum, duymak değil, yaşıyorum.

Karşımda genç bir adam duruyor. “Geçinemiyorum” diyor, aylığı yetmiyor. Evli, çocuğu yok.

“Allah’tan elim işe yatkın, badana yapıyorum, özellikle yaz aylarında badanacılık yapıyorum, para biriktiriyorum.”

Ne kadar iyi diyecek halim yok. Çünkü:

Karşımdaki genç adam İstanbul’da devlet üniversitelerinin birinde öğretim üyesi, doktor asistan, doçentliğine hazırlanıyor. Bir sosyal bilim dalında doçent adayı.
Bilim adamı. Okuyacak, bilim yapacak, bilimsel makaleler yazacak, bilimsel sempozyumlara katılacak, öğrenci yetiştirecek, araştırma yapacak, Türkiye’de ve başka ülkelerde meslektaşlarıyla rekabet edecek.

Bilimsel belleğini rafa kaldırıyor, şimdi yaz aylarında badanacılık yaparak bütçesini denklemeye çabalıyor.

Utanıyorum, yüzüm kızarıyor. Ne diyeceğimi şaşırıyorum. Doçent adayı devam ediyor:

“Normal büyüklükte evleri işin ustaları üç bin liraya badana ediyor, bana bin beş yüz lira verseniz olur.”

Bir memurun ek iş yapmak zorunda kalmasından öte bir şey. Adam doçent olacak, var mı ötesi, şimdilik badana ile idare etmeye çalışıyor. Bu olayı nereden mi biliyorum?

Başımdan geçti, geçen hafta bizim evi bir doçent adayı badana yaptı.
Bu yazıyı yazmak için, ondan izin aldım. Üniversitesi, kürsüsü, adı bende saklı.

Kitaptaki en kritik paragraf

HANEFİ Avcı’nın yazdığı kitap ilk satırından son satırına kadar insanı dehşet içinde bırakıyor. Biz nerede yaşıyoruz?

“Haliç’te Yaşayan Simonlar” ilk satırından son satırına kadar büyük iddialar içeriyor. O iddiaların özet bir paragrafı var:

“Karşı karşıya olduğumuz durum hukuken yanlış yapılan birkaç işlemden ibaret değildir ya da birkaç polisin hatası veya birkaç hakim ve savcının hukuku yanlış uygulaması veya taraflı davranışı değildir. Olay bir örgütün, cemaatin devlet içindeki elemanları vasıtasıyla yürüttüğü örgütsel bir faaliyettir.”

Aynı paragrafın devamı daha da tüyler ürpertici:

“Karşımızdaki kişiler polis, hakim ve savcı değil, örgütün, cemaatin elemanlarıdır. Devletin hukukunu değil, cemaatin talimatlarını yerine getirmektedirler” (s.584).
Avcı’ya göre, hukukun yerlerde süründüğü böyle bir düzende kime şantaj yapılacağı, kimin tehdit edileceği, kimin başına ne geleceği belli değil. Ama savcı olun, ama yargıç, ama emniyet müdürü, ama rektör, ama gazeteci.

Cemaatle kuşatıldığımıza göre, bu iddiayı kim araştıracak?

Avcı bir kitapla düzene kılıç çekiyor.

Ufukta Almanya ile sorun görünüyor

60’lı yıllarda işgücüne çok ihtiyaç duyuyorlar. Sermaye var, ama emek yetersiz. Türkler o yıllarda Almanların bu ihtiyacını karşılıyor.

Türklerin işçi olarak oraya gitmesi, Türkiye’nin de işine geliyor. Yıllar yılı işçi dövizleri Türkiye’nin döviz açığına ilaç gibi.

Son yıllarda balayı sona eriyor. Almanlar emek-sermaye dengesini kurunca, göçmen işçileri, bu arada Türkleri en büyük dert olarak görmeye başlıyor.

Başbakanından bakanlarına, sivil toplum örgütlerine kadar, bu şikayetlerini fırsat buldukça, dile getiriyor.

Şimdi Alman Merkez Bankası yöneticisi Thilo Sarrazin yazdığı kitapla, verdiği röportajlarla Türklerin Almanya’da artık istenmediğini söylüyor. Çok acı ve aşağılayıcı deyimlerle. Türklerin Almanya’yı işgal ettiklerini, devlet tarafından beslendiklerini, çocuklarına düzgün bakamadıklarını, buna karşılık yeni türbanlı kızlar ürettiklerini yazıyor ve söylüyor.

Sözleri Türk ve İslam bağlamında. Örneğin, “torunlarımın ülkesinde ülkemin bir bölümünün İslam’a kayacağını bilmek istemiyorum”.

Çok radikal düşüncelerle, göçmen Türklerin Almanya ile ilişkilerinin artık kesilmesi gerektiğini savunuyor.

Der Spiegel dergisinin son sayısı (23.8.10) Sarrazin’in düşüncelerine, göçmen tartışmasına ve buna karşı Türk Hükümetinin aldığı tavra geniş yer ayırıyor.

Ufukta Almanya ile bir sorun görünüyor. Bu sözler kişisel değil.
Yazarın Tüm Yazıları