Ayşe'nin Gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

O meşhum soru: Tuttun mu?

Uzak yakın çevremden herhangi biri, bana o meşum soruyu soracak diye ödüm patlıyordu:

- Tuttun mu?

Eyvah!

Bu sadece benim isteğimle olabilecek bir şey değildi ki.

Karşımdakinin de rızası gerekiyordu:

- Tutamadım ama her an tutabilirim!

*

Hayatım boyunca net bir insan olamadım.

Dolayısıyla, hiçbir soruya mutlak kesinlikle ‘‘Evet’’ ya da ‘‘Hayır’’ şeklinde cevap veremedim.

‘‘Hayır’’ demeyi bilmediğim kesinlikle doğru.

Amaaa...

Kolay kolay ‘‘Evet’’ de diyemem ki.

Herşey kendiliğinden olur.

Evet'i de.

Hayır'ı da.

Yani olursa olur.

Aslında bir şeyin bana sorulmaması lazım.

Sorulduğu zaman çuvallıyorum:

- Tutmadım ama tutmak üzereyim.

- Tutmaya çok yaklaştım.

- Parmaklarımın değeceği kadar yakınım.

- Bu gece ya da yarın sabah tutabilirim ama şimdi tuttum diyemem.

*

Tutmaya çalıştığım, bir evdi.

Bırakmaya çalıştığım da aynı şekilde: Müthiş manzaralı. Çok keyifli. Ama pahalı bir evdi. Durduk yerde para biriktirme hayallerine kapıldım. Sanki yapabilecekmişim gibi. Yastığımın altında dolarlarım olacaktı. Her gece onları tek tek sayacaktım. Kendimle birlikte onları da uyutacaktım. Gerçi, bırakmaya çalıştığım evi kiralayacak kişi, kendiliğinden ortaya çıkmasaydı, benim kiracı bulacak halim de yoktu. Üst düzey bir basın yöneticisi, o son derece kibar beyefendi, gökten zembille inmeseydi, benim kendi başıma halledebilmem mümkün değildi.

Peki benim bir ev tutabilmem mümkün müydü?

Bu macerayla birlikte anladım ki:

- Hayır!

*

Ben iki haftadır ağlıyorum.

Seri ilanlara bakıyorum.

İşaretleyip işaretleyip yola koyuluyorum.

Tek başıma olduğumu zannediyorsanız yanılıyorsunuz.

İstanbul'un bilumum emlakçıları ve Simten ve Aslı Altan ve Esra ve Emel hep birlikte perişan vaziyetteyiz.

Aklı evvel olduğum ve sıkıntıya gelemediğim için, Arnavutköy'de gazetede bulduğum ilk evi, yalvar yakar tutuyorum.

Müthiş bir ev!

Beyin kayıtlarıma ‘‘jakuzili ev’’ olarak giriyor.

Bir yanı bahçe, bir yanı deniz manzarası, dubleks, şık, lüks, makul (tabii altı ay peşinatı bastırınca!), inanılması güç bir ev.

O anda ondan başka hiçbir şey istemiyorum.

Meğer ben belamı istiyormuşum!

Meğer o ev, emlakçıların kayıtlarında ‘‘rutubetli ev’’ olarak geçiyormuş. Koydun mu dolaba giysilerini, bir süre sonra küften yeşile dönüyormuş. İşin en fenası, o evde bir süre bulunan rutubet kokmaya başlıyormuş.

Haliyle cayması çok zor oluyor, çünkü kontrat yapılmış, paralar verilmiş, burnum kokuyu almamış, gözüm kabaran parkeleri, duvardaki nem haritalarını görmemiş.

12 saat sonra, olayın vehametini farkedip 500 dolarlık bir cezayla rutubetli evden kurtuluyorum.

Ama o meşum sorudan bir türlü kurtulamıyorum:

- Tuttun mu?

*

Bu arada öğreniyorum ki, İstanbul'un Avrupa yakasındaki orijinal kiralık evlerin hepsinin kendine göre bir şöhreti var.

Siz emlakçıya normal bir aile olmadığınızı, ‘‘ilginç’’ bir ev aradığınızı söylediğinizde, ‘‘Ben anladım ne istediğinizi’’ diyor ve mesela sizi Emirgan'daki ‘‘hamamlı ev’’e götürüyor.

Alenen hamam!

Al keseyi eline, düş kirlerin peşine!

Ya da Hisar'daki ‘‘havuzlu ev’’e.

Havuz dediğin de, 3 metre kare bir şey.

Koşu bandının havuz versiyonu.

Bir alet, okyanus dalgası yapıyor, sen de yüzüyormuş gibi yapıyorsun.

Oradan kurtulursan Arnavutköy'deki müthiş manzaralı ‘‘şömineli eve’’. Aşkın Nur Yengi'nin evi. Şömine mecburiyetten, çünkü evin ısınma sistemi yok. Manzaranın hatırına ben tutmak istiyorum, o evin içinde, karda, kışta, cezvenin kulpu dahil hiçbir şeyi tutamayacağımı söyleyip engelliyorlar.

Nice bahçe katları, nice çatı katları.

‘‘Seralı ev’’ler.

‘‘Kırmızılı ev’’ler.

Hiçbiri olmuyor.

Gönlüm, Arnavutköy'de 450 milyonluk bir yalı dairesinde kalıyor.

Tamam ev küçük.

Ama önü deniz.

Hatta denize düşecekmiş gibi.

Yine tam takım, eve gidiyoruz, ‘‘Tamam bu defa oldu, işte burası!’’ diyoruz. Ama bir taraftan da, niye bu kadar ucuz merak ediyoruz. Telefon trafiği başlıyor. Zaten bütün bu damgalı evlerde, daha önceden tanıdık, bildik insanların oturdukları ortaya çıkıyor:

- Tuttun mu? Sakın tutma! Önü kazıklı yol, arkası taverna. Gürültüden ölürsün valla!

Al sana bela.

Çözümlenmesi gereken bir sorun daha.

Kurmay heyeti toplantıya giriyor, evin 12 aylık kira bedelinden daha fazla bir masraf yaparak, pimapenlerle, gıcır gıcır yeni malzemelerle, meselenin çözümlenebileceği ortaya çıkıyor. Tamam anasını satayım diyorum. Onu da göze alıyorum. Simten'i kefil yapıyorum, kontratı imzalamaya gidiyorum.

*

Çok neşeliyim.

Biri sorsun istiyorum:

- Tuttun mu?

Tuttum diyeceğim, dolu dolu.

Boş boş konuşuyormuşum.

Simten'den kefil, benden kiracı olmuyor!

Simten avukatın ofisine giderken, cımbızımı istiyor, kaşlarını alacak. Ama takside! Orada değil. Orada ikimiz de uslu uslu, ellerimiz dizlerimizde, bacaklarımızı bitiştirip oturuyoruz. Ama nasıl oluyorsa, güven vermemeyi beceriyoruz. Böyle bir kabiliyetimiz var. Oysa, suçumuz yok. Baştan çıkartmak için eve çok masraf yapacağımızı, evi güzelleştireceğimizi söylüyoruz. Cevap:

- O ev baba yadigari, kılına dokunamazsınız!

- Mutfak tezgahının manevi değeri var, değiştiremezsiniz!

Panik içinde kontrata bir yıl içinde evleneceğime dair madde koydurtuyorum. Eve girip çıkan erkek sayısının minumum düzeyde tutulacağına dair söz veriyorum. İsterlerse teminat mektubu vereceğimi söylüyorum. Yıllık yüzde 85 kira artışını kafadan kabul ediyorum. Eski kiracılardan artist Behiç Ak'la bir gün önce Kaktüs'te karşılaştığımı söylüyorum. Ona o evi ne kadar çok tutmak istediğimi anlatmış, fikir almıştım. O da bana, ‘‘Sabahları karımı bıçaklamak isteğiyle uyanıyordum. Gürültüden! Ama o evin en iyi yanı ev sahibi olan üç kız kardeştir. Sevgilerimi iletiver’’ demişti. Bunu avukata iletiyorum. Avukat bana acıyor, ‘‘Haklısınız’’ diyor. Ama arka tarafa geçip ev sahiplerine ‘‘Bunlar gazeteci, bunlara güvenilmez’’ demeyi ihmal etmiyor! Emlakçı avukatı, avukat ev sahiplerini suçluyor. Bu arada, ev sahibi Behiç Ak'la konuştuğunu ve onun beni hiç tanımadığını söylüyor.

32 kısım Yalan Rüzgarı, tekmili birden.

Herkes birbirini satıyor.

Olan bana oluyor.

Tam o sırada Muhittin arıyor:

- Tuttun mu?

*

Bir tutarsam görürsün!

Bu artık bir şeref meselesi haline geliyor.

Kibar beyefendi, haliyle evine girmeye, ben evimden çıkmaya, nakliyeciler eşyaları taşımaya, boyacılar badanaya başlamaya çalışıyoruz. Yani ortada bir insanlık durumu var, toplu halde hepimiz müşteki durumdayız. Nereden çıktı bu taşınma faaliyeti! Herkesle kavga ediyorum, zaten kolay çekilecek biri değilim, tamamen tahammül edilmez bir hale geliyorum. Oysa istediğim sadece bir evdi. Esra her zamanki gibi, kitaplarımı yerleştirecekti. Şairleri, romancıları, araştırmacıları, biyografileri düzenleyecekti. Çok sever o işleri. Perdeler için annem, dekorasyon için Emel ve Altan yardıma gelecekti.

Kemalettin Tuğcu romanlarındaki öksüz çocuklar gibiydim.

Ben ağlıyordum, kedi göz yaşlarımı yalıyordu.

Gerçekten.

Dramın Allah'ını yaşıyordum.

Adı bende saklı biri beni bu hayattan kurtardı.

Tanrı'nın takdiri mi bilmiyorum.

Ben gizli gizli alternatif hayat projeleri yaparken, sevgili, son gün ortaya çıktı ve onunla birlikte, hem de eski evin 100 metre ötesinde, Garmet Emlak'tan yeni ev bulundu. Hani mutluluk insanın burnunu ucundadır da farkedilemez derler ya, işte o hesap.

Hadi kolaysa, şimdi sorun:

- Tuttun mu?

HAMİŞ: Biraz önce Asya Nakliyat eski eşyaları, yeni eve getirdi. Çok saçma, orada çalışanlar eski arkadaşlarım çıktı! 8 ay önce de beni onlar taşımıştı. ‘‘8 ay sonra görüşürüz abla’’ dediler. Kedi evi değiştiği için kolilerin üzerinde şaşkın şaşkın yatıyor, benim artık gitmem gerekiyor.

HAMİŞ 2: Bu yazıda, firma bazında adı geçen Asya Nakliyat ve Garmet Emlak hiçbir şekilde sponsorum değildir. Paralarını, komisyonlarını şakur şukur almışlardır.

Yazarın Tüm Yazıları