Aşkın klibi Doğuş’a ait olunca dağlar delinmiyor, aşk basbayağı dağa kaldırılıyor

Pop müziğin okulu varsa, Doğuş ne olunmaması gerektiğine dair zorunlu bir ders olarak okutulsun isterim.

Babasının mezarını TeleVole kameralarıyla randevulaşıp ziyaret eden, bu arada mutlaka korkunç bir beceriksizlik ve olamamış Hülya Koçyiğit pozlarıyla insanı izlerken utandıran ‘‘artiz’’tik şekillerle bayılan... Zaten etrafta kamera varsa ayağına nasırı vursa bile bayılan, nispeten minimal bir yaklaşım sergilemeye kararlı olduğu zamanlarda en olmadı ağlayan...

Álemin delikanlısı jargonları kesip, halk gibi yaşamayı özlediğini sık sık dile getiren, bunu da ‘‘Arada otomobilimi yol ortasında durdurup dolmuşa biniyorum, inşaatlara dalıp, amelelerle birlikte harç karıp taş taşıyorum’’ benzeri acayip cümlelerle ifade eden...

Burnu ve bedeni sonradan yapılı... Üç-beş ömürlük Sezercik hikáyesi yaşadığı iddiasında olduğu için bu yaşında oturup otobiyografi döşenen...

Kendine ve Hilal Cebeci'ye soracak olsanız, ‘‘Dünya starlığı yolunda’’ ilerleyen...

Bize soracak olursanız, koşu bandında jogginge çıkmışçasına bir tempo tutturduğu için mesafe katetmesi biraz zor görünen kardeşimizin Yemin Ettim diye bir parçası ve o şarkının gülünç ötesi bir klibi var ki, ooooy oy!

HELE O AYAKKABILAR

Hazır mıyız ey kári? O zaman barış için, insanlık için batsın bu dünya! (Orhan Gencebay kusuruma bakmaz umarım. Kendilerinin şahane eserini bu yazıda, Doğuş ile birlikte kullanıyorsak, Gencebay'ın espri anlayışına sığındığımızdandır yani...)

Abilerim, ablalarım; ortamımız sarı-sepya... Bir dağ başında, otomobil yolunda yürüyen Doğuş, kameraya acılı lahmacun bakışları atıp şarkısını söylüyor: ‘‘Yemin ettim sana ben / Sevemem sevemem / Bu gönlümü başkasına / Veremem veremem...’’

Fakat bir yürüyüş ki öyle böyle değil. Yürürken önce deri ceket çıkarılıp dağa taşa fırlatılıyor. Ardından tişört; yırtılırcasına...

Elbette ki onun çıkarıldığı noktada, kanatlar kabartılıyor, göbek Kürşad Tüzmen'den bile fazla içeri çekiliyor.

Akabinde, ‘‘bu satırların yazarının’’ favori bölümü geliyor ve bendeniz gülmekten koltuktan düşüyor: Ayakkabılar! Teker teker, bir dağa, biri bayıra... Adamımız, ayağında tabanları tozdan beyaza çalan siyah çorapları ve siyah pantolonuyla, kelimenin tam manasıyla dövüne dövüne, bir yere-bir göğe doğru hönkürerek isyan ediyor da ediyor.

Yere kapanılıyor, taşa kafa atılıyor, dizler dövülüyor, diz üstünde zıplanıyor. Aralarda kameraya dönüp dönüp, kanlısını görmüş Erol Taş bakışlarıyla, aşk şarkısı terennüm ediliyor. Islak toprak avuçlanıyor.

O çamurlar, perişan taklidi yapan, esasta seksapel satmaya çalışan, daha ziyade katran karası bir palyaçoyu andıran jestlerle bedene, yüze sürülüyor. Ne yaptığı pek belli değil ama şarkının adı Yemin Ettim ya, herhalde teyemmüm abdesti falan almaya çalışıyor.

Fakat niyetten yana derin şüphelerimiz olduğu için, o yemin ne kadar tutar, kifayet eder mi, tabii bilinemiyor. Hani iki gözüm önüme aksın ile gözünün yağını yiyim birbirine karışmış gibi gibi...

Yakaladığınız yerde kaçırmayın derim, insan, aşka ve insanlığa dair pek çok şey öğreniyor.

Anlatamadım değil mi? Yok, vallahi beceremedim; kelimeler kifayetsiz, belágatım yetmiyor.

‘‘İzleyenler izlemeyenlere anlatsın’’ diyesim geliyor ya, bir taraftan da Doğuş bu, anlatılmaz yaşanır yani.

Tıpkı BBG evindeki akvaryum balıklarının kendilerine yakıştırdığı gibi... Yani demem odur ki, aşkın klibi Doğuş'a ait olunca, dağlar delinmiyor, aşk basbayağı dağa kaldırılıyor.

Siz iyisi mi yeşile yayılın, denize kaçın, uzaya gidin...
Yazarın Tüm Yazıları