İKİ gündür irdelemeye çalıştığım “arzu”ya dair filmlerin, atasözü, deyiş gibi binbir uyarlamaya neden olan hali, Luis Bunuel’in “Arzunun O Belirsiz Nesnesi” filmidir...
O “belirsiz” vurgusu aslında arzunun belki de hemen her halini belirleyen öncül tanıdır: “Belirsizlikle seyreden kuvvetli bir kasılma hali...”
Film, Bunuel’in yaşlı burjuvasının (Fernando Ray), evinde bir an hizmetçilik yapan genç kıza “arzu” duymasıyla başlar. Sonra ona bir yerde daha rastlar. Ve arzuladığı o genç kızı, yine “başka türlü”, hayalinde yarattığına uygun(ca) bir şekilde görür. O farklılık, arzunun sürekli değişebilen o belirsiz hali o kadar kuvvetlidir ki, Bunuel filminde aynı kızı, (arzunun nesnesini) iki farklı oyuncuya oynatır. İki farklı görünümü ama tek kimliğiyle her yeni durumda “arzu” hep yeniden nükseder. Bazen umudu takar koluna, bazen koyu çaresizliği... Ama vardır. Ve duygularını çevirme yetisinin yokluğu, beceriksizliğiyle kendini yeniden üretir. Bakirdir kız. Aşuftedir de... (Arzunun belirsiz nesnesinin en makbul hali, bu iki özelliğin aynı nesnede bulunabilmesi ve onun ele geçirilmesi umududur aslında) Filmin altsürümünde bolca ve toplumu sarsan, onlarca insanın ölümüne yol açan terör, şiddet vardır, ama arzusunun peşindeki kahramanımızı “sivrisinek-saz etkisi”nden öte etkilemez bu durum. Arzu(su) ise hayatının tüm kesitlerini yöneten kelebek etkisidir. Arzuyu parayla satınalmaya da çalışır. Bu da arzuya “tüketim menzili”nde pansuman arayanların nafile gayretini çağrıştırır.
Yazımda arzuyla dağıttığım iskambilleri, toplayıp, karıp, yeniden arzunun başka belirsiz nesneleriyle dağıtmak istemem. Ama mevzu arzu olduğunda iskambilleri kutusuna kaldırmak, “Oyun bitti” demek de o tramvaya el sallamak olacak. Arzu önce phafızadan mı eksiliyor, yoksa hayattan mı bilemiyorum ama Can Yücel’in W. H. Auden’den çevirdiği dizelerdeki belirsizlik uyar finale: “Kimi der,onun üstünde durur dünya, Kimi der, kalp kuruş Ama komşuya sordum, nedense yüzüme Manalı manalı baktı...” İşte o mana, o bakıştır belki arzu. Orada kalsa iyi...