Artık ben iflah etmem!

Rahmetli babam içerdi. Üstelik, güzel içerdi. Sarhoşladığını bir kez bile görmedim. Masanın üstüne bir sandalye koyar, üstüne çıkıp bize keman çalardı.

Bazen arkadaşları sazlarını alıp gelirler, bizim evde fasıl geçerlerdi. Sabahın üçüne kadar çala söyleye okka okka rakı içer sonra da gocuklarını giyinip çiftelerini omuzlayıp, kış kıyamette domuz avına çıkarlardı.

Dedemin içkisi ise bir başka türlüydü. Son yıllarda rakı kesmediği için, 80 derecelik limon kolonyası içer olmuştu. Bazen, onun da arkadaşları içki muhabbetine gelirlerdi. Ama onlar babamın arkadaşları gibi hakim, eczacı, mal müdürü filan değil, yaşlanmış pehlivan eskileriydi. Dedem de Sarı Hafız namlı eski bir yağlı güreşçiydi. Muhabbetleri hep eski güreşler üstüne olurdu. Ben daha çocukken Koca Yusuf, Çolak Molla, Adalı Halil, Kel Aliço, Kara Ahmet gibi namlı pehlivanların güreşlerini bu rakı muhabbetlerinde öğrendim. Ama muhabbet çok kez tatbikiye dönerdi. Yaptıkları oyunları birbirlerine kalkıp uygulamalı olarak gösterirlerdi. Derken iş ciddiye biner, odada bir sarhoş güreşi başlardı. Kimse yenilmeyip kendine yediremediğinden, ortada kırılmadık káse, tabak, bardak kalmazdı. Hatta bir gün dedem, Hayrabolulu Süleyman'a çapraz girip sürmüştü de odanın bağdadi duvarından sofaya çıkmışlardı ve güreşe orada devam etmişlerdi.

Toprağı nur dolasıca anneannem de son kalan sırça ve porselen takımları kaldırmış, eve bakır sahanlar almıştı. Bardaklar bile kalaylı bakırdandı.

Dayım içmeye sabah 10'da başlardı. Rakıya olan saygısından giyinip kuşanıp rakı sofrasına öyle otururdu. Bazen kravat taktığı bile olurdu. Akşama kadar iki büyük şişe rakıyı bitirir, sonra da meyhaneye giderdi.

Kardeşlerim Tekin ve Güzin de sıkı birer akşamcıydılar. Ama ben ailenin yüz karasıydım. Bir şişe viskiyi bir ayda zor bitirirdim. Zaten iki gece sabahladıktan sonra Gırgır'dan eve dönünce içki içecek ne halim, ne de vaktim kalırdı. Zaten Gırgır'da Dördüncü Murat usulü bir içki yasağı uygulardım. Ağzı bira bile kokanın vay haline!.. Yalnız bu yasak Galip Tekin'e pek sökmezdi. Aylarca içmez içmez, ama bir başladı mı da tutana aşkolsun! Hatta bu nedenle bir hafta mor bir gözle gezdiği oldu. Bir televizyon konuşmasında bu morluğun failinin ben olduğumu iddia etti. Oysa ben karıncayı bile incitmeyen bir boksördüm. İftira işte ne olacak!..

* * *

Ben içki içmeye 50 yaşımda, kendimi emekli ettikten sonra başladım. Berlin'de kalırken knaypeleri (Alman meyhanesi) çok severdim. Alman birası beni hem sarmadı, hem kesmedi. Üstelik Almanlar gibi fıçıyla içmeye hem midem, hem tembelliğim elverişli değildi. Adamın knaype hayatı, bardan çok tuvalette geçiyor. O kadar yolu hababam kim gidip gelecek? Ben de Rus votkasına yatay geçiş yaptım.

Knaypeleri severim ama, İngiliz pablarını daha çok severim. İngilizler de bira içerler ve iki paynd'dan sonra mecburen kafayı bulurlar. Çünkü, paraları kısıtlıdır. Ben pablarda İskoç viskisi içerim. Ama bir İngiliz pab'ında içkiyle çakırkeyif olabilmek için, adamın kervan yüküyle parası olması gerek. Çünkü barmenler, bardağa ancak buzları ıslatacak kadar viski koyarlar ve en az 3-4 pavnd'ınızı alırlar. Ama Leystır Skuayr'daki pab'ımın İrlandalı barmeni arkadaşım Con bir başkaydı. (Asıl adını bilmiyorum ama benim için bütün İrlandalılar Con'dur. John yazılır, Can okunur. Ama esası ve Türkçesi Con'dur.)

Son Londra seferimde Con beni yine taksi durağına taşırken,

‘‘Dikkat et, gittikçe şişmanlıyorsun’’ demişti. Aslında sadece göbeğimden şişmanlıyordum ve bu şişmanlık bana epey pahalıya mal oluyordu. Defile mankenine döndüm, yani çıplak kaldım. Önce gömleklerimin göbek kısmına düğme dayanmaz oldu. Sonra da hiçbir giysime sığamaz oldum. Yeni elbise, gömlek, fanila parasına can mı dayanır? Ben de ekonomik olsun diye İskoç viskisi, Rus votkası ve Fransız konyağından bizim rakıya zorunlu bir kesin dönüş yaptım. Ecdadıma karşı daha fazla mahçup olmamak için de günde bir büyük şişe rakı içmeye başladım. Tembel olduğumdan, boyuna mutfağa gidip rakı doldurup masama gelmekten kurtulmak için her seferinde üç bardak rakıyla dönüyordum. Şimdi, şişeyi alıp niye masana koymuyorsun diyeceksiniz. O zaman şişedeki rakı ısınıyor. Tembeliz dedikse zevksiziz demedik!.. Peki, bardaklardaki rakılar ısınmıyor mu? Hayır ısınmıyor. Çünkü, ısınmalarına fırsat vermiyordum.

Ben de bütün rakıcılar gibi asla sarhoş olamam. Bazen karşı daire komşum Canan Hanım şefkátle,

‘‘Geçmiş olsun, dün gece sabaha kadar yüksek sesle ahlayıp ofladınız. Yine sancılandınız mı?’’ diye soruyordu. Ben de acıklı bir yüzle kafa sallıyordum. Tabii, o duyduğu seslerin bir büyükten sonra aşka gelip çığırdığım türküler olduğunu söyleyecek değildim. Yine de bağlamamı gözümün göremeyeceği bir yere kaldırdım.

İçkiliyken adamın aklına çok güzel ve çok parlak fikirler ve espriler geliyor. Ben de ertesi günü onları yazıp çizmek için not alıyordum. Ama sabah kalkıp da notlarımı okuyunca hiçbir komik yanları olmayıp bir halta yaramadıklarını görüyordum.

Birkaç ay önce gecenin köründe evdeki içki bitince dayım misali gidip biraz da dışarıda içeyim dedim.

Barda sabaha doğru ahu gözlü, ince belli, uzun bacaklı, yürek yakıcı bir sarışınla muhabbete durduk. Belli ki kız erkekten anlıyordu. Barın kapanma saati gelmişti ama, bende sarışından ayrılacak yürek yoktu. Onu dünyanın öbür ucuna kadar izlemeye hazırdım. Kız,

‘‘Haydi size gidip muhabbetimize orada devam edelim’’ demez mi? Soluğu benim çalışma evinde aldık.

* * *

Sabah mutfaktan gelen gürültülerle uyandım. Yarı aralık gözlerle gidip mutfak kapısından baktım. Gözlerim faltaşı gibi açıldı. Dört buçuk karış boyunda, şişman ve çarpık bacaklı yaşlıca bir kadın kahve pişiriyordu. Gerdanı pörsümüş, boyalı saçları daraz darazdı.

‘‘Siz de kimsiniz?’’

‘‘Aaa, tanıyamadın mı?’’

‘‘Kusura bakmayın tanıyamadım.’’

‘‘Dün gece bülbül kesilmiş, diller döküyordun aslanım. Şimdi tanımazlıktan mı geliyorsun? Neyse, paramı ver de gideyim.’’

‘‘Ne parası? Yoksa gece aramızda bir şeyler mi oldu?’’

‘‘Ne olacak be, eve gelir gelmez yatağına devrilip sızdın.’’

* * *

Birkaç gün sonra da yine ağrılarım, sızılarım, sancılarım ve tansiyonum cümbür cemaat azdılar. Dostum Prof. Bingür Sönmez de beni yaka paça Memorial Hastanesi'ne yatırdı. Ve Kardiyolog Deniz Şener'e teslim etti. Ondan sonra gelsin tahliller, gitsin doktorlar. Arızalarımın hepsini anlatmaya bu sayfa yetmez. Bu nedenle yeni iki adet müjdeyi size ileteyim. Meğerse ben okkayla rakı içerken farkında olmadan sarılık geçirmişim. Yani, direkten dönmüşüm. Sağ böbrekte de üç adet nurtopu gibi taşım varmış. Nefrite benzer maceralarım da olmuş. Çare bir sürü ilaç ve... Vee içkiyi bırakmak. Böylece içkiyi bırakalı neredeyse bir ay oldu.

Şimdi patlıcan tavadan taramasına, humusuna kadar bir sürü meze hazırlıyorum. Kristal bir bardağa da tepeleme rakı dolduruyor, hepsini masanın bir ucuna özenle yerleştiriyorum. Sonra masanın diğer ucuna oturup inildeyerek maden sodamı içiyorum.


GECİKMİŞ BİR TEŞEKKÜR


Bir sürü derdime derman olan İstanbul Memorial Hastanesi doktorları Prof. Bingür Sönmez, Füsun Soysal, Feryal İlkova, Cenk İlham ve dünya güzeli hemşirelerine gönülden teşekkür ederim. Ama Dr. Deniz Şener'le, Dr. Cem Hızlan'a teşekkür yok. Çünkü bana içkiyi onlar bıraktırdılar.
Yazarın Tüm Yazıları